Hasan adlı, İstanbul Karagümrük'te büyümüş bir çocuğun anlılarının işlendiği metin daha çok biyografik bir roman havasında ilerliyor. Birinci tekil şahıstan anlatılan öykü boyunca kahramanımız muhtelif mekânlar arasında yolculuk yaparken beri taraftan doksanlı yılların İstanbul'unu anlatıyor.
Cerrahi Tekkesi'nden Hattat Rakım İlköğretim Okulu'na, Kariye Müzesi'nden Vefa Stadyumu'na uzanan seyahatlerde değişmeyen tek şey Hasan'ın yorulma bilmeksizin kabuğunu kırma çabası oluyor."Ben de varım"demek istiyor Hasan, "beni de fark edin artık" Ancak kahramanımızın gayretleri bir türlü netice vermiyor. Olmuyor işte. Bir şeyler hep ters gidiyor. Takımın beyni olmak isterken liberoya seçilip defansa mahkûm edilirken de büyük aşkı Burcu'yla evlenip, pembe panjurlu evde yaşama hayali kurduğu esnada terk edilirken de yazgısına mağlup oluyor. Ancak küsmüyor Hasan hiç, kaderine sövmüyor asla. Her mağlubiyet sonrasında yeni arayışlara giriyor, bir gedik arıyor mütemadiyen. Otuz altı yaşında Fevzi Paşa Caddesi'nde işporta tezgâhı açtığında dahi azminden hiçbir şey kaybetmiyor."Bu sefer olacak"diyor. Elbette, ara sıra hafakan basmıyor da değil Hasan'ı. Bunalıyor bazen. Dünya olanca ağırlığıyla çöküyor üzerine. Böyle şey vuku bulduğunda ise tası tarağı toplayıp Sakız Ağacı Şehitliği'nin yolunu tutuyor Hasan. Gönenli Mehmet Efendi'yi ziyaret ediyor. Nedenini o da bilmiyor ancak çekiliyor işte oraya; Gönenli'ye, kabirlere, mezarlıklara. Gidiyor ve konuşuyor onlarla. Canını sıkan neyse uzun uzun anlatıyor. Sonrasında ise tekrar mücadeleye dönüyor; kabuğu zorlamaya devam ediyor…