Cemal Süreya'nın tümüyle haksız olduğunu söyleyemeyiz. Bir ölçüde haklıydı: Türkçe bilenin işi rast gidiyordu. Bakıcının elinde öğrenilen dil son derece güçlü ve vaatkârdı: Ona bir dünya ve bu dünyanın içinde yükselebileceği sonsuz olanak sunuyordu. Yine de bir şeyler yolunda gitmiyordu. Türkçeyle en fazla uzlaşanlardan biri olan Cemal Süreya'nın şiirlerinde çok ciddi gerilimler vardı. Gerçekte, şiirlerinde kendi hayatının darmadağın edilmişliğinin, sürgünlüğünün ve çoğunluğa dair algısında asla tam dahil olamamanın keskin izlerini bulmak daima çok kolaydı. Sahnede bağlam dışında konuşmaktan her zaman kaçınsa da, asıl yuvasına, şiirine döndüğünde –ne kadar bastırmaya çalışırsa çalışsın– orada kendi acısıyla, kendi halkının gerçekleriyle savaşmaktan yorgun düşmüş birinin acı çığlıkları; halkının hikâyesi ve trajedisi şiirlerinin içine sızıyordu. İlhak her şeyi başarmış ama ruhlarının ait olduğu toprakla, o kültürle olan derin ilişkisini bitirmeyi başaramamış, ortaya kendini evinde hissetmeyen, yersiz-yurtsuz, huzursuz, ele avuca sığmaz, tedirgin bir edebiyat çıkmıştı.