"Sen, baraka gibi bir evde yaşadın mı hiç? Kışın ısı nedir bilmez, alabildiğine soğuk, yazın ise bunaltıcı sıcaklıkla birlikte arı kadar büyük, çarşaf çarşaf karasineklerin vızıltıları arasında ve çoğu geceler aç yattın mı hiç? Babanın ayak sesleri avluda duyulduğunda, annen telaşla kundaktaki bebeğini kucağına verip iptidai (Şömine-Qûçik) ocakta bir şeyler pişirmeye kalktı mı hiç? Ve açılan kapıyla birlikte start alan tartışma, giderek alevlenip tekme tokat bir kavgaya dönüştü mü hiç? Sen, henüz küçücük bir çocukken, dumanlar arasında ve öksüre öksüre, çığlık çığlığa olan kundaktaki kardeşine abanarak, bir yandan ilzamını sağlamaya çalışırken, bir yandan da ana-babanın kavgalarının son bulması için, sicim gibi akan gözyaşlarıyla dualar edip durdun mu hiç? Henüz duaların dudağında iken ve kundaktaki bebeğin çığlıkları giderek yükseliyorken, alevlere teslim olmuş ocağın cayır cayır yandığını gördün mü hiç? Ve alevlere evrilmiş dumanlar arasında bu kavganın tüm heybetiyle devam ettiğine tanıklık ettin mi hiç? Havada uçuşan kap kacakların arasında, çığlıkları kesilmiş kundaktaki kardeşini unutup, nasıl dışarı çıktığını bilmez, eşikte dururken alevlere teslim olmuş evden, cayır cayır yanan ana-babanın çığlıklarını duydun mu hiç?" Dedi, feryat edercesine…