Coğrafi keşiflerden itibaren dünyanın büyük bölümünde koloniler ve ticari tesisler kurarak buralardaki kaynakları kendi anavatanlarına taşımak suretiyle zenginleşen büyük devletler, sanayi inkılâbından sonra hızla endüstrileşmeye başlamışlardı. Sanayileşme ve üretimdeki artış, yeni sömürge alanlarına, dolayısıyla hammadde ve pazara duyulan ihtiyacı da beraberinde getirmişti. Böylelikle teknolojik üstünlüğe bağlı olarak; siyasi, askeri ve ekonomik açıdan cihan hâkimiyeti için bir rekabet ortaya çıkmıştı. Dünya siyasetinde XX. Yüzyıla kadar İngiltere, Fransa ve Rusya söz sahibi konumdayken, artık Almanya ve İtalya da sömürgecilik yarışına katılmış, Avusturya Macaristan İmparatorluğu da bu rekabete dâhil olunca üçlü ittifak ortaya çıkmıştı. Diğer tarafta ise İngiltere, Fransa ve Rusya itilaf bloğunu oluşturmuştu.
Bu iki blok arasında her anlamda amansız bir rekabet ortaya çıkmıştı. Asgari müştereklerle ortaya çıkan İtilaf ve İttifak bloku, zaman içerisinde silahlanmaya başlamış, kendi aralarında siyasi ve askeri anlaşmalar yaparak, on milyonlarca askeri seferber edip büyük ordular hazırlamışlardı. Kaçınılmaz büyük bir savaş an meselesi iken, beklenen kıvılcımın çıkması çok da uzun sürmemişti. Avusturya Veliahdı Arşidük Ferdinand'ın 28 Haziran 1914'te Sırplı bir milliyetçi tarafından öldürülmesi, tarihte en çok insan kaybına yol açan savaşlardan birinin patlak vermesine yol açmıştı. İtalya, savaşın başlamasından sonra İtilaf Devletleri tarafına geçmiş, Bulgaristan İttifak grubunda yer almıştı. 1917 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin İtilaf blokuna dâhil olması savaşın seyrini değiştirmişti. İttifak Devletleri içerisinde yer alan, daha Trablusgarp ve Balkan Savaşları'nın etkilerini üzerinden atamayan Osmanlı Devleti ise savaşın henüz başlarında tarafsız kalacağını duyurmuştu. Ancak zaman içerisinde iç ve dış politikada meydana gelen birtakım hadiseler bu tarafsızlığın daha uzun süre muhafaza edilememesine yol açmıştı. Osmanlı Devleti savaşa katılmayı, daha önce kaybedilen yerleri geri almak için bir fırsat olarak görmüştü. Karadeniz'de yaşanan hadisenin de etkisiyle Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan'ın yanında savaşa dâhil olmak zorunda kalınmıştır. Bir Avrupa savaşı niteliğinde başlayan savaş, koloniler yoluyla dünyanın büyük bölümüne yayılmış, Dünya Savaşı hüviyetini kazanmıştı. Dört yıl süren bu savaşta milyonlarca asker ve sivil hayatını kaybetmişti. Savaşın sonunda bazı imparatorluklar tarihe mâl olmuş, bazıları ise büyük oranda toprak kaybına uğramış, rejim değişiklikleri meydana gelmiş ve dünya siyasi haritası değişmiştir.
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Balkan Savaşları başta olmak üzere daha önceki savaşlarda alınan mağlubiyetlerden de tecrübe edinerek, orduda birtakım yeni uygulamaları hayata geçirmiştir. Askeri teşkilatta daha önceki dönemlerde yapılan yeniliklerden ayrı olarak; teşkilat, eğitim, emir-komuta zinciri, tayin ve terfi usulleri, asker alma, silah ve cephane gibi birçok farklı hususta düzenlemelere gitmiştir. Teknolojik gelişmelere paralel olarak XX. Yüzyıl başlarından itibaren havacılık faaliyetleri de hız kazanmış ve muharebelerde önemli bir etken haline gelmişti. Osmanlı Devleti bu gelişmeleri yakından takip ederek Havacılık Komisyonu'nu kurmuş, uçak istasyonları ve havacılık okulları vasıtasıyla gerekli donanımları oluşturmaya çalışmıştır. Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Hava Kuvvetleri çeşitli cephelerde zor şartlar altında görevlerini yerine getirmiştir. Osmanlı Ordusunda Balkan Savaşları sonrası dönemde yapılan reform hareketlerinden biri de ordunun iç haberleşmesiyle ilgili idi. Bunun için 1914 yılında bir Muhabere Talimatnâmesi hazırlanmış ve bu alandaki düzenlemeler sayesinde Osmanlı Ordusu dört yıllık savaş süresince mevcut imkânlarının çok ötesinde mücadeleler gerçekleştirmiştir.
Osmanlı ordusunun savaştığı cepheler Kafkas, Kanal, Irak, Hicaz-Yemen, Suriye-Filistin, Çanakkale ile müttefiklerine destek olmak için asker gönderdiği Makedonya, Galiçya ve Romanya Cepheleridir. Savaşın başında ilk açılan cephe olması ve Rus kuvvetleri karşısındaki geri çekilmenin de etkisiyle meydana gelen olaylar açısından Kafkas Cephesi büyük önem taşımaktadır. Sarıkamış Harekâtı ve burada başarısız olunması üzerine Rus ordusunun Kafkaslardan içeriye doğru ilerleyişi, cephe hattında ve gerisinde bulunan sivil halkı da olumsuz etkilemişti. Ancak Bolşevik İhtilali nedeniyle Rusya'nın savaştan çekilmesi ve Brest-Litowsk Barışı'nın imzalanmasının ardından Türk ileri harekâtı gerçekleşmiş, işgal edilen bölgeler geçici de olsa geri alınmıştı. Tüm bu gelişmeler ve işgal yıllarında Ermeni komitecilerin Türk-İslam halka yaptığı mezalimler, ana kaynaklarda ve toplum hafızasında yer tutmaktadır. Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı ordusunun önemli mevkilerinde Alman askeri subaylar da görev almış olup, bunlardan biri Friedrich Freiherr Kress von Kressenstein idi. Filistin Cephesi'ndeki görevinin akabinde 1918'de Kafkas Cephesi'ne gönderilmişti. Bununla, Abhazya ve Gürcistan bölgelerindeki Türk nüfuzunun kırılarak Bakü petrollerinin elde edilmesi gibi Alman menfaatlerinin yerine getirilmesi amaçlanmaktaydı. Savaşın son döneminde Almanların Kafkaslardaki siyaset ve faaliyetlerini ortaya koyması açısından son derece önemli olan Kressenstein'in hatıraları, Türk ilim dünyasına henüz kazandırılmamıştır.
Dünyanın birçok bölgesine yayılan böylesine büyük bir savaşta, kitleleri ikna ve kontrol emek de son derece önemlidir. Çeşitli alanlarda yapılan bu propagandalara Birinci Dünya Savaşı yıllarında da rastlanılmaktaydı. Büyük devletler, hem anavatanlarında hem de sömürgelerinden asker elde edebilmek için toplumun vatan sevgisi ve kahramanlık duygularını harekete geçirmek istemişlerdi. Bu amaçla birçok yöntem kullanılmış olup, bunlardan biri de posterlerdi. Büyük bütçeler ayrılarak hazırlanan posterler, insanlar üzerindeki etki gücünü artırabilmek için özenle hazırlanmışlardı. Dünyanın büyük bölümünü etkileyen böylesine bir savaşın etkileri, edebiyat alanına da yansımış olup, savaşın neden olduğu korku, umutsuzluk veya vatanperverlik gibi duyguların izlerini, özellikle savaşa tanıklık edenlerin kaleme aldıkları edebi eserlerde görmek mümkündür. İngiliz ordusunda asteğmen olarak ve bizzat cephede görevlendirilen şair Edmund Blunden'in İngiliz Savaş Şiiri, bunun en güzel örneklerinden biridir.
Savaşın gidişatını belirlemede en önemli faktörlerden biri de din idi. Osmanlı Devleti savaşa girdiğinde hilafet makamının gücünü kullanarak cihat ilan edip İslam dünyasını ayaklandırmayı, böylece İtilaf Devletlerini sömürgelerinde güç durumda bırakmayı amaçlamıştı. Bu açıdan bakıldığında, en fazla Müslüman nüfusa sahip sömürgelerin başında gelen Hindistan en önemli ülke konumundaydı. İngilizlere karşı bağımsızlıklarını kaybettikten sonra hilafet makamı ve tarihi bağlardan dolayı Osmanlı Devleti'ne duydukları duygusal yakınlıkları daha da artan Hindistan Müslümanları, Birinci Dünya Savaşı öncesinde de Osmanlı'ya her anlamda yardım etmeye çalışmıştı. Siyasi açıdan İngiltere'ye, dini bakımdan ise Osmanlı Devleti'ne duyulan bağlılıktan dolayı Hint Müslümanları, Osmanlı Devleti'nin savaşa dâhil olmasıyla kendilerini zor bir seçim yapmak zorunda hissetmişlerdir. Bu da İngiltere ve Osmanlı Devleti'nin Hindistan Müslümanları üzerinde yoğun propaganda faaliyetlerinde bulunmalarına neden olmuştur. "Çeşitli Yönleriyle Birinci Dünya Savaşı" adlı bu eser, Birinci Dünya Savaşı'na askeri, dini, edebî, psikolojik ve sosyo kültürel birçok farklı açıdan katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.