Hicretle birlikte, gerek İslam'ın evrensel boyutta tebliği gerekse Müslümanların barış ve güvenlik içinde yaşama imkanına kavuşması için siyasi hakimiyetin zarureti ortaya çıkmıştı. Çünkü İslam dininin bütün yönleriyle yaşanabilmesi için, Hz. Peygamber'in tek söz sahibi olduğu bağımsız bir ülke gerekiyordu. Kişisel ve sosyal hayatın bütün yönlerini kuşatan İslam'ın tam anlamıyla hayata geçirilmesi ve gerçek İslam medeniyetinin kurulması ancak böyle bir ülkede gerçekleşebilirdi.Dolayısıyla Hz. Peygamber, nübüvvet görevi ve din? rehberliği yanında, hicretin ardından kuruluş halindeki bir devletin başkanlığı görevini üstlendi. Medine'de bir araya gelen müminler topluluğu için hem dinin uygulamaya ilişkin yönünün düzenlenip sistemleştirilmesi, hem de siyasî ve hukuki yapının oluşturulması süreci başladı. Bundan sonra Hz. Peygamber, bir taraftan kendisine vahyedilen ayetleri tebliğ etmek, gerekli açıklama ve izahlarda bulunmak, dini ve ahlâki kuralların uygulanmasında Ashâbına örnek olmak suretiyle peygamberlik görevini yürütürken, bir taraftan da yasama, yargı ve askeri yetkiye sahip bir devlet başkanı olarak çalışmaya başladı.