Birbirlerinden farklı gönüllerin, yine birbirlerinden uzakta tutundukları yaşamlarını bir sebebe binaen gerilerinde bırakıp, aynı kervanda aynı yolun yolcuları olmalarının büyük öyküsü…
Büyük istilânın hemen öncesinde talih, kimileri için umulanın aksine, başka yerlerde yepyeni yaşamların kapılarını sonuna dek aralamaya, uçsuz bucaksız coğrafyalardan yılan gibi kıvrıla kıvrıla ilerleyen ve türlü sırları bağrında saklayan kervanın hikâyelerini devşirmeye vazifelendirilmiş Ulak'ın büyük eserini nihayete erdirmeye ayarlı idi sanki.
İşte deminden beridir sözünü ettiğimiz kervanın Sultanhanı'ndaki ilk gecesinde hanın avlusunda el ayak kesilmiş; söz meclisi, hanın münasip yerinde kurulmuştu.
Gönüller sürura ermeden önce damaklar ıslatılmış; odalardan, ambarlardan, depolardan, ahırdan yahut da şadırvandan belli belirsiz yayılan uğultular da kesildiğinde müdavimlerden birkaçı, oturdukları yer minderlerine iyice yerleşmişti. Müdavimler, köşeli taşlarla döşeli hanın hararetli havasını buz gibi içecekleriyle kırmaya yeltenirken, sakin gecenin uysallığını ara ara delen deve homurtuları gittikçe yükselmeye başladı. Ulak ise kendisine bir yer bulup iki büklüm oturduğu yerde anlatılanları bütün dikkatiyle hâfızasına nakşetmeye koyulmuştu. Anlatılanların bazıları anlatanlar tarafından yaşanmıştı, kimi de anlatanların işittiği yaşanmışlıklardı. O bütün dinlediği yeni hikâyeleri müsait saatte, kuşluktan önce kayda geçirmeliydi ve boş tomarı doldurarak böylece biricik eserini nihâyete erdirmeliydi.
Hayata dair peşinden koşulabilecek, uğruna türlü olmazları olur kılabilecek her ne varsa, yazarın bu on dört hikâyeden müteşekkil eserinde bütün bunları ve daha fazlasını müşahede edebilmek pekâlâ mümkün!..
- Harun Gedik