Ailsa yutkunarak başını salladı ve geçmişi unutup kendine gelmeye çalıştı. Sonra da dikkatli adımlarla demir parmaklıkların kapısına doğru ilerledi. Kapıyı tutan çelikten zincirlere bağlı kilidin içine doğru anahtarı yavaşça sürmeye çalıştı. Kilitteki on iki yaylı pimden ilki yerinden kımıldadığında yüksek bir ses çıtırdadı.
Parmaklıkların ardında bir şey birden gözlerini açtı. Göz bebeklerinden biri hızlıca küçülüp ortamdaki ışığa adapte olduğunda hatıralarının en kuytu köşelerinde bile yer bulamayan annesinin yüzünü seçebildi.
Cüssesi benim diyen birçok erkeğin neredeyse iki katı olan Rod, annesi için çirkin olmaktan çok, ürkütücü bir hal almıştı. Odanın karanlık tarafından parmaklıklara doğru yürümeye başladığında ise Ailsa paniğe kapıldı ve elinde tuttuğu kilidi düşürüverdi.
Kilidin yere düşmesiyle nöbetçiler uyandı ama artık çok geçti. Büyük bir gölge demir parmaklıkları geçmişti bile.
Bu kitabın sayfalarında gizlenmiş yerlerini hak etmeye çalışan birçok askerin ve komutanın, sahip oldukları tek yaşam çiçeklerini ne uğruna yere bıraktıklarını hissedebilmenin amacı ve bir sonraki günün ilk ışıklarını göremeyenlerin ardında bıraktıkları kalıntıların anısına...