'Demir Kepenkli Ev' gerek aynı ismi taşıyan hikâye, gerekse kitabın bütününü oluşturan hikâyeler açısından tamamen gerçeklere, yani yaşanmış veya bizzat tanık olunmuş olaylara dayanıyor. Anadolu insanının yaşadığı ve çoğu zaman içine atarak eritmeye çalıştığı güçlükler, gurbet hayatı, ayakta kalma çabaları, bu zorlukların arasında hayatın tuzu biberi olan mizah, göç ve şehirleşme ekseninde ortaya çıkan kimlik sorunları, insanlar arası ilişkiler, değerler, dostluk, hayvan sevgisi hikâyelerimizin özünü oluşturuyor. Bir cümle ile özetlemek gerekirse; milletimizin mayasında yer alan katıksız saf sevgi ve merhamet...
"Bu beton ve demir yığını yuva olabilir mi Boncuk? Ağaçları, meyveleri, çiçekleri yok ederken kazanmak gerçekten de kazanmak mıdır? Betonda boğulan, toprağa hasret bir nesilde vicdan nasıl yeşerecek? 'Fakirhane' dediğimiz kalender evlerimizden bu tuhaf binalara geçerken nelere dönüşecek evlatlarımız, torunlarımız?" (Dönüşüm)
"Garibanların dünyasında acılara karşı hayatın çarkı farklı işler. Onların acıları, kendi mazlum dünyalarına yansımalardan ibarettir. Bütün acılarını içine gömüp hemen normal hayata dönme mecburiyetleri vardır. Cenazeye yetişemeyen baba, bir oğlunun olduğuna sevinemedi bile. Kucağına aldığı evladına buruk bir sevgiyle baktı. Bir gün sonra bıraktığı yerden keser sallamak üzere yine gurbete döndü." (Acı Lokma)
"Ani bir hareketle koca kanatlarını açıp çitin üzerine çıktı. Veda edercesine manidar bir bakış fırlattı ve iri kanatlarını usul usul çırparak göğe doğru uzaklaştı. Bir şeyler anlatmak istercesine ısrarla özgürlüğe kanat çırpıyordu. Birkaç dakika izledim; daha önce görmediğim ölçüde yükselmişti. Bu, büyük bir azimle özgürlüğünün peşinde koşan, sevimli ve karizmatik ördeğim Mususi'yi son görüşümdü…" (Uçan Evcil Ördek)