"Söyleyecek sözün varsa yaz diyorlar. Bu belki fikir yazıları için geçerli olabilir de yazacağın şey hikaye(n) ise, tam tersi, söyleyecek sözün kalmadığı için yazarsın. Söyleyecek bir sözün yoksa hikaye anlatmaya başlarsın. "Bana hikaye anlatma" derler, "gerçeği söyle!" Fakat aslında gerçeği duymak istemezler, istemediler."
----
O çocuğu biliyorsunuz, içinizde. Zihninizde yeri var. Ötekileştirilen ve uyumsuz bir yabancıya dönüştürülen bir gencin hikayesi bu. Hatırlayın onu, içinizde… Dinleyin ve öfkesine tanıklık edin. Her an onun kadar büyük kaybedebilirsiniz.
Toplumla ilişkisi kökten kurulan bu karakterde, gerçeğin özüne duyduğu açlığı kabartan bir soyutlanma yaşanıyor. Öfkenin ve kontrolü kaybetmişliğin verdiği özgüvenle intikamın kapıları aralanırken, gerçek olan, hayalin buğulu sahasında ifadesini buluyor. Gerçek, kayboldukça daha bir tutkuyla hayalin merkezine oturuyor.
Tanıyorsunuz bu çocuğu, ama siz bir adım öncesinde durdunuz, toplumla aranızdaki bağı tutan o ince ip kopmadı. Ya kopsaydı… Sınırların yeniden ve hırçın bir yalnızlıkla çizildiği, sevgiliye ulaşma çabasının öfkeli bir mizaçta karşılık bulduğu, cinayeti bol bir gerçeklik… Yine de tüm karartısıyla, hayalin içinde gerçeği arzulamanın, gerçeği yaratmanın mutluluğunu hisseden bir katil. Tanıyorsunuz onu, yanınızdan geçti bir dönem, içinizden geçti.
Düşüncesi içinizden geçti.