Onu özlüyor,yüreği ara sıra kanıyordu. Mezarına gitmek istiyor, araya giren olaylar yüzünden buna bir türlü fırsat bulamıyordu. Sonunda bir gün boşluk bulmuş.Eşinin mezarını ziyaret etmişti. Mezarın üstüne dikilen karanfillerin solduğunu görünce: "Bakımsız kalmış." demişti içinden. Sonra kuruyan karanfilleri eliyle sökmek üzere yeltenmişti ki köklerinin taze ve canlı olduğunu gördü, vazgeçti. Türkcan ın hatırası olan kurt kabzalı bıçağıyla çiçeklerin kuruyan yerlerini kesti. Eşinin sözleri kulaklarında çınlıyordu:"Benim aşkım köklü bitkiler gibidir. Ucu kurusa da köklerim hep sağlam olacak." dediğini hatırladı. "Vay be gül kız! Aşkın gibi çiçeklerinde köklü." diye kendi kendine söylendi. Şehit mezarlığında bulunan arkadaşlarına dua okudu ve mezarlıktan çıktı. O gece yattığında bir rüyagörüyordu. Rüyasında mezarlığa gidiyor, mezarların arasından yürürken bir mezarın içinden çığlıklar geldiğini duyuyor, korkuyla irkiliyordu. Ses bir ara kesiliyor, sonra derin bir nida duyuluyordu. Dikkatli baktığında, mezar başlıktaşının üzerinde daha yirmi yaşında bir kadının adı, altında da nasıl öldürüldüğü ve hamile olduğu yazılıyordu. Bir an düşünmüş: "Bu mezarda iki kişi yatıyor. Ey Allah'ım! Çocuğu hala karnında. Bu nasıl hikmet? Onu çocuğundan ayırmadan misafir etmişsin." dedi içinden. "Sakın bu çocuğun sesi olmasın?" diye düşündü. Mezarı üstündeki yazıya baktı,oldukça eski bir ölümdü. "Olamaz! Bu kadıncağız çoktan ölmüş." dediğinde bu sefer de acılı bir çığlık duyacaktı. Bu korkuyla uyandı. Terden sırılsıklam olmuştu.