"Sırtında ayrı, karnında ayrı yüküyle yürürken tarlaların içinde, bir kuzgun beliriyor kafasının üzerinde. Kuş, feryat edip çırpınıyor tepesinde. Diyor ki kadın: "Karanlığın yaslı sesi, bir şeyler istiyor belli ki benden", koşuyor kuşun peşinden.
Tarlaların bittiği yerde bir ahır, ahırın içinde gebe bir kadın, avaz avaz sancılar içinde. Bembeyaz elbisesi ala dönmüş kanından. Kuzgun yardım istiyor kadından. Kendi yüküne bakmadan kolları sıvıyor genç kadın ve doğurtuyor diğerini hemen oracıkta. Güzel mi güzel bir erkek evlat kalıyor kollarında. Çocuğun sesi, karışıyor kuzgunun çığlıklarına. Esmer kadın, bir kuzguna bakıyor bir canı tükenmekte olan kadına. İçindeki karanlık "Bekle" diyor sessizce. Bebeği önlüğüne sarınca, gözünün önünde kalıveriyor kendi marazlı, esmer karnı tüm gerçekliğiyle. Kuzgun susuyor, kuzgun bekliyor.
Elini eteğinin altından daldırıp sokuyor bedenine ve söküp alıyor kendi bebesini kan revan içinde. İşte yine ölü, yine çirkin. Atıyor kara bebeyi, güzel kadının cansız eteklerine. Hali yok ama gitmeli. Kimseler onu görmeden, karanlığın kendisine getirdiğini alıp, uzaklara gitmeli.
Çıkıyor ahırdan hesapsız, kimseler görmedi sanıyor. Ama uzun sürmüyor ve 'karanlığın sol eli' kuzgun, kara bir rüzgar olup dalıyor başının üzerine ve kadın sol gözünü veriyor, aldığının bedeli yerine."
Büyükanne