Yıllardır yakınıp durduk çocuklarımızdan. Kimi zaman fazla hareketli dedik, kimi zaman çok sessiz. Kimseyle oynamıyor, kimi zaman da aklına eseni aynı anda, sonunu hiç düşünmeden yapıyor dedik. Anlamaya çalışmadık çoğunlukla. Hareketlilik hastalıkmış gibi, doktordan doktora koştuk, çareler aradık. Doktorlar da haklı olarak hepsine bir çözüm bulmaya çalıştı. Öğretmeni ayrı şikâyetçi, anne-babası ayrı şikâyetçi, arkadaşları, akranları şikâyetçi diye hep çözüm yolları arandı. Kimi zaman odaklanamıyor denildi, kimi zaman kavgacı. Ders çalışandan şikâyetçi olunmadı pek. O normaldi çünkü. Anne-babanın, öğretmenin, toplumun kendisinden beklediğini hakkıyla veriyordu. İlkokul yıllarında o sorumluluk çoğu zaman zorla kazandırılmış ya da nadiren kendiliğinden edinilmişti. Kimsenin ders çalışmasını söylemesine ihtiyacı yoktu. Sorumluluklarını biliyor eve gelince yemekten sonra, oturup derslerini yapıyor, testlerini çözüyordu.
Peki ya sorumluğu almak istemeyen, asi, hareketli veya dürtüsel çocuklar? Onları da anlamaya başlamamız gerekmiyor mu? Onların da farklı karakter özelliklerine sahip olduğunu, hayatın sadece derslerden ve testlerden ibaret olmadığını öğrenmemiz gerekmiyor mu? Her bireyin kendini ifade etme şekli, yetenekleri, hayata bakışı farklıdır. Farkında olarak çocuğumuzun ne yaptığını bilirsek onun gelişimine daha fazla katkıda bulunabiliriz. Bu şekilde çocuğumuzun, kendini gerçekleştirme sürecinde ona yardımcı olur ve onun kendini gerçekleştirmesine imkân tanırız.
Hayatta en değerli varlıklarımızı daha iyi tanımak ve onların kendi yönlerini daha rahat bulmalarına yardımcı olmak için öncelikle çocuklarımızı daha iyi tanımalıyız.