Çok usandım, çok... Sakıntı, sıkıntıya yeni kapılar açarken ben hala nerede olduğumu dahi bilemiyor, aklımın keskin hamleleriyle çarpışan o tuhaf hislerle bocalıyorum; Allah'ım! niçin bu yaşıma gelmiş olmama rağmen hala istenmediğimi hissedebilmeme izin veriyorsun? Görüyorsun değil mi? Hayatla olan tüm kavgalarım bir insanın tutunabilmesi için gerekli mutluluklardan başka bir şey değil... Yoksa bu da mı çok görülüyor? Bak! Bunu korkmadan itiraf edebiliyorum. Ah ah! Bir şeyi çok iyi anlıyorum ki ailemin duygu sağanağının ne yazık ki başarısız bir örneğiydim. Gerçi birbirimize böylesine yabancılık çekmek, benim açımdan da çok azap verici ama bunları unutulabileceğim anlamına gelmez! Her ne yaparsam yapayım küçümsenme, beğenilmeme, en nihayetintde anlaşılmama korkusu o kadar ağır basıyor ki kahroluyorum. Ömrünün acı-tatlı neyi varsa zihninden hızla geçip gözlerinin önüne dökülmüştü. Kendini öylesine sefil, öylesine önemsiz bulmuştu ki buna rağmen şu an hayata daha farklı bir boyuttan bakabiliyor, her saniye kaçınılmaz sona yaklaştığını hissedebiliyordu. Düşünceler zinciri öylesine karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale gelmişti ki göğsündeki o baskı giderek fazlalaşmış, soluk alışveriş sayısı neredeyse yarıya kadar inmişti. Zaman ilerledikçe ölümün kıyısına kadar geldiğini hisseder olmuştu. Ümidi her şeyden kesilmiş, acıların sona erdiği kurutuluş anına çok az kaldığının hesabını dahi yapabilmişti; "Bu hali daha önceleri de yaşadım ama bugünkü daha farklı. Rabbime şükürler olsun ki refah kapısına nihayet gelebildim." dedikten sonra ellerini havaya kaldırıp kendi nefsine hitap ederek; "ey yolunu bulup da varmak istediği yere bir türlü ulaşamayan adam... Güle güle... Ha! Üzülme sakın! Zaten sen bir hiç değil miydin?" dedi.