"İnsanlar ve gölgeleri… Aynı ömür gibi, kimi uzun kimi kısa…"
Dilsizin Ağıdı, ağlayanın çok gülenin az olduğu bir dünyadan haber veriyor. Öyle bir dünya ki varla yok arasında mekik dokumakta. İnce, uzun parmaklı kadınlar gibi kırılgan, ağlamaklı ve sahipsiz. Gökyüzü, lacivert bulutlarından dökülen damlalarıyla yere inerken hüzün kaplar hassas kalpleri. Buğusuna sayısız incecik harf yazılmış camlar, sabah rüzgârından ürperen bir çiy tanesi, taraçalarımızdaki birbirine âşık kumrular, sessiz ve sakin yürüyen eski zaman dervişânı, sırlarında varlıklarını duyumsadığımız aynalar… Her biri raks eder karşımızda tek tek.
Öyküler vardır bizi, bize anlatır. Yorgun adımlarla gelip geçer kahramanları gözlerimizin önünden. Kalmak ve göçmek arasında kararsız, çekip giden mevsimler gibi değişken ve asla geri gelmeyecek geçmiş zaman kadar umarsız. Üstelik sevilen herkes birer çekingen uçurum… Bakıldığında bizi kendine çağıran… Bu yüzden Dilsizin Ağıdı bu kadar içli!