"Işıkla adeta alev alev yanan binlerce kubbe, yeşillikler arasında kırmızı evlerle kaplı tepeler, tuhaf bir şekilde aydınlatılmış yığınla konak, mavi çatılı camiler, servi ve yalancı çınar, çiçekli bahçeler, göz alabildiğine gemiyle dolu uçsuz bucaksız bir liman, direkler ve bandıralar. Burası tek kelimeyle herkesin tanıdığını sandığı ve büyük bir başkentten çok uçsuz bucaksız bir bahçe içindeki yığınla sevimli köşkün bulunduğu bir yere benziyordu. Burada, havuzların yerini göller, engebeli yerlerin yerini dağlar, masiflerin yerini ormanlar, ırmakların yerini deniz kolları ve sandalların yerini gemiler almıştı. Adeta perilerin tasarladığı ve devlerin çizdiği görkemli ve çok güzel parklar görünüyordu. Gitgide yakıcı olmaya başlayan güneş ışınları sabahın dumanlarını adeta altından tozlara çeviriyordu. Sanki İstanbul yanıyordu ve bu eşsiz manzara göz kamaştırıcı bir atmosfer içinde ışıldıyordu
Bazı yazarlar İstanbul manzarasını Napoli manzarasına benzetmişlerdir; gülünç. İtalyan başkentini herkes tasavvur edebilir; oysa sultanların kenti, harikalar açısından hayal gücünün bütün düşlerini aşar. Şöyle bir şey söylemenin hiçbir sakıncası yok: Dünyayı sadece bir kez görebilme olanağı olsaydı, onu buradan seyretmek gerekirdi."
Klasik eğitimini tamamlamak üzere 24 yaşında Doğu yolculuğuna çıkan "gelecek vaat eden yazar" Alexis de Valon'un kaleminden Osmanlı İmparatorluğu…