Başı dönmeye başladığından, yığılırcasına kaldırımın kenarına oturdu. Aklına iki ihtimal geliyordu; ya delirmiş ya da ölmüş olmalıydı. Bu iki sebepten başka hiçbir koşul altında bu yaşadıklarının olması mümkün değildi. Baş dönmesi arttığından sırtüstü uzandı. Gökyüzünde birkaç kuş üstünden geçtı. Onlara bakarken gözlerinden birkaç damla yaşın süzüldüğünü fark etti ve aniden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Herkes neredeydi? Neden yoktular? Neden... Neden! Akşamın ilk saatlerine kadar ne yapacağını bilmeden öylece uzanıp kaldı. Aklından binlerce soru geçip duruyor ama hiçbirisine mantıklı bir yanıt bulması mümkün olmuyordu. Bu kadar insanın birdenbire kaybolmuş olmasının bir nedeni olamazdı. Orada beklerken uzunca bir müddet uykuda olduğunu ve uyanacağını düşündü.
Ahmet konuştukça Cenk, kalbinin genişlediğini ve rahatladığını hissediyordu. Gözlerinin önünde hâlâ, yataklarında huzur içinde yatarken veda ettiği ailesi vardı ama artık, oturup ağlamak için vakit yoktu. Bir yandan gözyaşlarını silerken bir yandan da Ahmet'in konuşmasını dinlemeye devam etti. Karşılaşacakların, öfkelerini ve kinlerini uzun zamandır sakladılar. O kadar büyüktü ki kibirleri, diğerlerini insan olarak bile görmediler. Kendi insanlıkları kaybolup giderken farkına varmadılar.
Binlerin, on binlerin, milyonların ölmesi onlar için önemli olmadı. İstedikleri tek sey vaat edildiğine inandıklarını ele geçirmekti. 'Çıkacağına inandıkları' geldiğinde, onun ardından gidip vahşetlerini sergilediler. Bugün onları durdurmak ve dağılıp parçalanmış insanları bir araya getirip yeniden huzuru, barışı ve adaleti sağlamak zorundasın. Öğretilenler sayesinde insanlar seni dinleyecek ama en önemlisi, sen onları anlayacaksın. Kaybolanları yeniden kurmaları için onlara destek vereceksin. Ancak bütün bunlar, gelecek olanları durdurmanla mümkün. Eğer bunu başaramazsan geride kalanların akıbeti, öncekilerden daha kötü olur dedi.