Siz bir tutsaksınız.
Bileklerinizi korku zincirleriyle prangaya vurdular.
Sizi zulüm bıçaklarıyla diz çöktürdüler.
Boğazınıza geçirdikleri ilmik sesinizi kesiyor. Cansız bir şekilde duruyorsunuz. Yararsız bir şekilde.
Yine de barıştan ve özgürlükten bahsederek övünüyorsunuz.
Özgürlük mü?
Siz özgür değilsiniz.
Gerçeği ört bas edemezsiniz.
Onlar unuttular. Ama siz gerçeği biliyorsunuz. Hatırlıyorsunuz.
Onlara da anımsatın.
Kaçmanın bir zamanı vardır. Saklanmanın. Değerli olan şeyleri korumak için sessiz kalmanın zamanı vardır. O zaman geçti.
Şimdi mücadele zamanı.
Üç gün içinde on yedi yaşımıza girecektik ve Yeniden Yaratılış merkezine doğru yola çıkacaktık. Gelişmiş kozmetik değişimlerden geçerek neye istersek ona dönüşecektik. Sarışın veya esmer. Kısa veya uzun. Dolgun dudaklar, geniş omuzlar, sütun gibi bacaklar, esmer bir ten, ince bir bel. Ne istersek. Seçimlerimizi istediğimiz zaman yapabilecek olmamıza rağmen, bu seçimleri yapabileceğimiz en son zaman Yeniden Yaratılış tesisine doğru yola çıkmadan hemen önceydi. İç geçirdim. En çok kafamı kurcalayan soruya karar verebilmeyi diliyordum: Kadın mı erkek mi? Bu soru niye bu kadar zordu?