Bu havaların kokusu beni hep huzursuz ediyor. Böyle zamanlarda, bomboş ve karanlık bir yolda, tam da beklemeye alışmışken bir rüzgâr çıkacak ve beni de önüne katacakmış gibi hissediyorum. Esasen devam etmek istiyorum ama peşimden gelenlere uzak olduğumu biliyorum. İnsan, geri dönemeyecek kadar uzakta kalınca ne ileri adım atabiliyor ne de geri. Eksiklik. Tüm hissettiğim eksiklik oluyor. Oysa yarım olmak istemiyorum ben.
Zamanla kavga ederek tüm saatleri yok saymak gibi bir alışkanlığım var. İkametimi sabitlemek, yeni yerlere, yeni yollara ihtiyaç duymamak gibi bir boş vermişliğim de… Öylece duruyorum, bekliyorum.
Gelene, "Hayır!" demiyorum; gidene, "Gitme kal!" demiyorum.
En çok elleri seviyorum. Bir el bana dokunduğunda biliyorum kim olduğunu, iyileşmeyen nasırlarını ve daha da kötüsü kalp kırıklıklarını. Dedim ya, ben en çok elleri seviyorum; gözler yalan söyler, yüzler yalan söyler ama eller asla yalan söylemez!
Konuşamıyorum, derdimi anlatamıyorum; hezeyanlarınızı da anlayamıyorum. Ben sadece bir kapıyım, ben sadece sessizce yok olabiliyorum.