Molla Sadrâ, İslam felsefesi tarihinde İbn Sînâ'nın Şifâ'sından sonra yazılmış en geniş felsefe eseri olan Esfâr'ı kaleme almıştır. O, neredeyse bütün İslam felsefesi mirasını kucaklayan bu eserinde, "varlık" temelli bir felsefe inşa etmiştir. Molla Sadrâ, Esfâr'ın birinci cildinde varlık meselesini -ki bu, metafiziğin konusunu oluşturur- incelemiş; çevirisini sunduğumuz ikinci ciltte ise varlık konusuyla bağlantılı olarak mâhiyet ve metafiziğin eklentileri olan birlik-çokluk ve illet-malul meselelerini ele almıştır. Bu açıdan birinci ve ikinci cildin, Esfâr'ın bel kemiğini oluşturduğu söylenebilir. Öte yandan Molla Sadrâ, meşhur dört aklî yolculuktan birincisi olan "halktan Hakk'a" doğru yapılan yolculuğu Esfâr'ın birinci ve ikinci cildinde ortaya koyar. Bu yolculuktan anlaşıldığı üzere o, âlemin ontolojik gerçekliğini, Hakk'a ulaştıran bir gerçeklik olarak kabul etmektedir. Bu durumda o; mâhiyet, birlik-çokluk, illet ve malulü varlığın hâl, durum, tavır, iş ve tecellisi olarak değerlendirir. Esasında onun bu değerlendirmesi, antik Yunan ve Doğu felsefesinin temelini oluştursa da ifade biçimi, derinlik ve yetkinlik açısından orijinal bir değerlendirme olarak görülebilir. Başka bir deyişle Molla Sadrâ, mâhiyet konusunda ileri sürdüğü düşünceler ile İbn Sînâ'nın Doğu Hikmetini tamamlamaya çalışmış ve bunun için varlığın birliği ve asaleti fikrinin altını çizmiştir. O, illet ve malul konusunda ontolojik olarak varlığın birliğini, epistemolojik olarak ise varlığın bilinebilirliğini savunmaktadır. Böylece o, bilginin sadece duyusal ve deneysel değil, aklî ve metafiziksel yönlerini de ortaya koymaktadır.