Yıl 2017. 72 yaşındayım. Ġki oğlum, bir kızımdan olan beş torunumdan dördü yurt dışında yaşıyor. Bir dede olarak bugünlere hangi koşullarda ve nasıl geldiğimizin öyküsünü torunlarımla konuşup paylaşamadım. Vatan toprağı bildikçe, tanıdıkça sevilir. Geçmişten günümüze döndükçe ilerleyen görünmez bir tekerlekle ulaştık. Yarınlara o tekerin izinden gideceğiz. Dünün izi yarına dönük yüzümüz olacak.
Biliyoruz ki bizi yargılama hakkına sahip olanlar torunlarımızdır. Gün gelir okursunuz umuduyla, yüz yüze konuĢma olanağı bulamadıklarımızı yazarak paylaşmak istedim. Anadolu toprağı ve insanı kırımların, zulümlerin, törelerin imbiğinden süzülmüş, örsünde dövülmüş bin bir çile çiçekleridir ki; en güzeli ateşin ve terin has gülü çinilerde renk verir. Paylaşmak istediklerim bir yurt güzellemesi değil; insan, toplum, yaşam ve yurt gerçeğidir. Bilginin yarısı söz ise yarısı gözdür. Diyorum ki torunlarıma: "Gözle göremediğiniz atalar yurdunu, binip sözün kanadına, tanıyasınız istedim."
Sevgili torunlarım,
1945 milyonlarca insanın öldüğü, öldürüldüğü, karanlık ve çılgın bir savaşın sona erdirildiği yıl. Ülkemizde ve dünyada kıtlıklar yılı. Elde avuçtakilerin az, beklentilerin çok olduğu yıllar. 1945"te bir yayla çadırında doğmuşum. Çocukluğumun ışıklı düşler dünyası Çukurova"nın kuzey doğusundaki Karatepe"den başlayıp, nehirlerin, çayların, balıklı derelerin buluĢtuğu Aşağı Andırın Ovası. M.Ö. 8. yüzyılda Hitit Kralı ve Adanova Hükümdarı Asativatas"ın vahşi kavimlere karşı dirlik düzenlik kurduğu; bir kadının ülke toprakları üzerinde kirmen eğirerek, tek başına bir uçtan bir uca gezip dolaşır olduğu barış ve huzur coğrafyası.