"…Boşa geçen zamanın anlamını hangi sözcükler anlatabilirdi ki? Bu basit ama keskin düşünce, bütün diğer
düşüncelerinin birbirine kenetlendiği ağlara bir bıçak gibi düştü ve bütün düşünce bağlarını koparıp attı. Öyle
umutsuz, öyle kaçınılmaz bir düşüştü ki bu, birden nefesinin kesildiğini ve dizlerinin tutmadığını hissetti. Duvara
yaslandı. Çiseleyen yağmurun ıslattığı bir kedi bacaklarına sürtündü. Şakaklarındaki zonklama, zamanı, yere
dökülen yağmur tanelerine hapsederek yavaşlatmıştı. Bu taneler alnına damlıyor, burnunun kavisinden, birkaç
günlük sakalına süzülüyor, kaybolup, yok olup gidiyordu. Zamanı elleriyle tutmayı denedi. Olmadı…"
Düşüş; hayatın anlamını, çocukluk arkadaşı iki ana karakterin İstanbul'dan Los Angeles ve San Fransisko'ya
sürüklenen hayatları üzerinden felsefi, edebi, politik ve tarihi bir çerçeveye eşlik eden derin kurgusuyla
sorguluyor. Bu varoluşçu sorgulama, karakterlerin yazdıkları öyküler ve izledikleri filmlerle, gördükleri rüyalar
ve Platonik felsefeden postmodernizme, Aydınlanma'dan İbn-i Rüşd'e uzanan çarpıcı diyaloglarla
gerçekleştiriliyor. Gerçeğin ve kayıp zamanın peşine düşme, özgürlük, erdem, bilgi, ölümsüzlük, sıradanlık,
hayal kırıklığı, aşk ve yalnızlık metaforlarının satırlara başarılı bir şekilde nüfuz etmesinin yanında; Doğu-Batı
karşılaşması kitabın temel çerçevesinde derin bir şekilde hissedilirken, okuyucu üst kurmaca tekniği ile roman
içinde bir romanla karşılaşıyor.
Roman bir yandan Batı felsefesiyle örülmüşken, bir yandan Doğu düzleminde oryantalizm, modernleşme ve
Batılılaşma kavramlarına teorik olarak yeni bir bakış sunuyor. Yazarın yayın dünyasına attığı ilk adım olan
Düşüş, karakterlerin kendilerini keşfetme yolunda sarsıcı, umutsuz aşk hikâyeleriyle birlikte; okuyucuyu
düşünmeye, sorgulamaya ve anlamaya iten sürükleyici kurgusuyla ve buna eşlik eden başarılı üslubuyla derin
araştırma, çalışma ve akademik bir birikimin ürünü olduğunu gözler önüne seriyor.