"Kendi karşısına çıkıverse kendi de kendinden korkardı; çok iriydi bir kere, gördüğün göreceğin en iri köpeği bununla mukayese et, o ince belli çay bardağıysa bu on sekiz bardaklık semaverdi, öyle bir iri, öyle bir iri. Bir hırlasın, elli kiloluk hiltiyle asfalt deliyormuş, bir havlasın, gök gürlemiş sesi çıkarırdı. (...) Korkunçtu, bunu kabul ediyordu, ama şunu da kabul ediyordu, gördüğü onca eziyete rağmen ne insan ne hayvan, kimseye bir kastı olmamıştı. (...) Fenalık etmekten ısrarla çekinir, mecbur kalmadıkça insan olsun hayvan olsun kimseye ilişmez, bırak ilişmeyi, yan gözle bile bakmazdı."
Üç köpeğin, arafta bir merhumun, bir düz dünyacı meleğin, bir de apartman sakinlerinin hikâyesi bu
Köpeklerden biri "nasıl temiz, nasıl saf, nasıl güzel avanak" bir kara azman... Biri Angara'nın cello bello takımından bir beyaz... Biri yürek yakan bir âfet. Böyle bir üçlü çete.
Araftakinin dünyası ahireti birbirine dolanmış, feleğini şaşırmış.
Apartman sakinleri ve dahi mahalle halkı, "recm şehvetine" kapılmış, "itlaf ekibi" duasına çıkmışçasına köpek taşlıyor.
Düz dünyacı melek, "kurt çakal bir, börtü böcek bir, çalı çiçek bir, dal budak bir, ağaç orman bir, orman insan bir, her şeyin bir" olduğunu anlatıyor sabırla.
Bütün bunların birbiriyle ne alakası var peki? İşte, düz dünya hikmeti.