Derhal, Beyoğlu'nun Frenk aleminde bir dedikodu çıkarıldı. Güya Zeybeklerin hususi bir maksatla İstanbul'a getirildiğine ve şayet düşman orduları İstanbul'a yaklaşırsa, Zeybeklerin derhal harekete geçerek, bütün Hristiyanları keseceklerine dair bir takım şayialar dolaşmaya başladı. İşe; sefaretler müdahale ettiler. Zeybeklerin ya İstanbul'dan derhal çıkarılması, veyahut büyük bir zabıta rapt altına alınması için hükümete müşterek bir takrir verdiler. Hükümet, çok meşgul bir durumda idi. Sultan Hamit; harp halinde bocalayıp dururken, bir de İstanbul'daki seferlerde yeni bir hadise çıkarmak istemedi. Hemen zeybeklerin karargaha toplattırılması ve derhal talimlere başlattırılması için alakadarlara emir verdi. Zeybekler, karargaha topladılar. Fakat, talim ve terbiye meselesine yanaşmadılar. Hatta, kendilerine nasihat için padişah tarafından gönderilmiş olan en yüksek rütbeli paşalara bile: - Siz, bize gavuru gösterin. Biz, işimizi biliriz, diye dayandılar. Sultan Hamit, bu işin, vasıtalarla hâl olunacağını anladı. Derhal bir ata atladı. Yanına, sadece iki yaver ile dört süvari neferi aldı. Zeybeklerin karargahına dayandı. - Merhaba evlatlar!.. diye bağırdı. Fakat Zeybekler, onu da bir paşa zannetti. Yalnız selamını almakla iktifa ederek daha fazla ehemmiyet vermediler. Sultan Hamit, fena halde bocaladı. Bu defa, onlardan birini çağırarak: - Ben, Padişahım, sizinle konuşmaya geldim, arkadaşlarına anlat, diye kulağına fısıldadı. Zeybek, Sultan Hamid'e, tepeden tırnağa kadar göz gezdirdi. - Ulen!.. Sen, Zeybekleri o kadar avanak mı zannediyorsun? Senin padişah dediğin, kalkıp da Zeybeklerin ayağına gelir mi, hiç?