Şehrin sesi yükselmeye ve yollar kalabalıklaşmaya başlamıştı. Yandaki simitçiden bir simit aldı. Çok taze ve lezzetliydi. Bavulunu alarak ayağa kalktı. Fatih'e gidecekti. Orada yakın köylülerin ve arkadaşlarının toplandığı bir kahve vardı. Durakta sıra bekleyen bir taksiye yanaşarak, şoföre seslendi "Beni Fatih'e atar mısın?"
Adam, Mustafa'yı tepeden tırnağa şöyle bir süzdü. Köyden geldiği ve İstanbul'a yabancı olduğu o kadar belli oluyordu ki, "Nerelisin hemşerim?" diye sordu Mustafa'ya… Cevap kısaydı: "Kayseriliyim."
Vicdanlı bir adamdı şoför. Mustafa'ya müşteri muamelesi yapıp parasını almayı kendine yediremedi. Acımıştı… O da sekiz - on yıl önce, tıpkı bu adam gibi İstanbul'a gelmiş, olmadık acemilikler yaşamıştı. Mustafa'ya, "Bak hemşerim, ben şimdi seni taksi ile götürürsem on liranı alırım ama senin paran cebinde kalsın! Bir lira ver, motorlarla Eminönü'ne geçersin. Bir lira daha verirsen oradan da dolmuş taksiler seni Fatih'e götürür. Hadi işin rast gelsin!" dedi.
Taksi şoförünün bu güzel ve insani davranışını Mustafa ilerleyen günlerde çocuklarına anlatacak, bunu onlarla paylaşacaktı. İyi ve düzgün insanlar her zaman vardı ve gerektiğinde bir yerlerden çıkıveriyorlardı işte…