İnsan duygu, düşünce ve davranışlarında din algısının ve dini zannedilen bazı motivasyonların büyük bir etkisi vardır. Öyleyse bunların bir elekten geçirilmesi, algı olarak bir sorgulamaya tabi tutulması gerekir. Din bir olgudur. İnanç ise algıdır. Her algılama işlemi insan zihninin rol oynadığı beşeri bir bilgi işleme sürecidir. Haliyle doğru da yanlış da olabilir. Bu sebeple, kimse kendi subjektif din algısını dinin kendisi diye sunmamalıdır. Din eksenli birçok sorunun temel nedenlerinden birisi de budur. Bir insan kendi din algısını dinin kendisi diye sunmaya başladığında katılaşıyor ve eleştiriye kapanıyor. Kendisini dinin hamisi, hatta sahibi sanmaya başlıyor. Derken din sevgi, barış ve kardeşliğin hamuru olmak yerine kinin, ötekileştirmenin ve nefretin temel motivasyonu haline geliyor. Bir dine bundan daha büyük bir kötülük olabilir mi? Bir dinin başına gelebilecek en büyük felaket onun önce beşerileşmesi, sonra ideolojileşmesi, ardından da kurumsallaşmasıdır. Bu eserde, "Din derin ilim işidir" diyen geleneksel din algısının inşa ettiği "Kur'an yetmez, şeriat Allah'ın rejimidir, laiklik din düşmanlığıdır, demokrasi beşeridir, Atatürk dilimizi değiştirdi" vb. iddialarla bazı radikal kesimlerin kendi algılarını olgu diye dayatabilme uğruna sergiledikleri çarpıtmalar ele alınıyor. Bunlar bir psikoloğun analitik bakış açısıyla elekten geçiriliyor. Bu eserde vahiyle yollanan kutsal din olgusu değil, insan eliyle üretilen beşeri din algısı ve onun hemen her alanda ürettiği yargılar ve yaklaşımlar sorgulanıyor. Okuyucuya ise, "Onlar sözü dinler, en güzeline uyar." buyruğunun bir gereği olarak her sözü dinlemek, sonra da en güzeline uymak kalıyor.