Çağımızdaki gibi insanların bilgelikle bilgiyi, bilgi ile malûmatı, mümkün ile zorunlu, geçici ile kalıcı olanı birbirine karıştırdığı ve hayatın meselelerini mühendisliğin tabirleriyle çözmeye kalkıştığı bir zamanda dünya, tarihin kaydetmediği yeni bir darkafalılık ve bağnazlık tipine sahne olmaktadır. Bu, mekânla değil zamanla ilgili bir taşralılıktır; çünkü onlar için tarih, zamanlarını tamamlayıp kullanımdan kaldırılmış insani tekniklerin bir çetelesinden ibarettir; çünkü onlar için dünya, içinde ölülerin hiçbir payının bulunmadığı, sadece yaşayanların mülküdür. Bu tür taşralılığın arz ettiği tehlike hepimizin, yeryüzündeki bütün halkların, hep birlikte taşralı olabileceğidir; ve taşralı olmakla yetinmeyenler sadece birer münzevi olabilirler. Eğer bu tür taşralılık tahammül anlamında, daha büyük bir hoşgörüye yol açmış olsaydı, bunun için söylenecek daha fazla şey olabilirdi; fakat bu öyle görünüyor ki ayırt edici bir dogma yahut standardı muhafaza etmemiz gereken meselelerde bizim kayıtsız kalmamıza; mahallî ya da kişisel tercihe bırakılabilecek meselelerde ise hoşgörüsüz olmamıza meydan verecektir muhtemelen. Eleştiri böyle bir zamanda sesini her zamankinden daha gür ve yüksek perdeden çıkarmalıdır.