1952 Yılı... Yedikule Verem Hastanesi...
Bu hastanenin üçüncü pavyonunda 28 kişilik büyük bir koğuş vardı. Bir gün bu koğuşa bir kucak kemik getirip bırakıverdiler. Zonguldak tan, maden ocaklarından geliyordu. Eline üç beş kuruş verilerek ocaktan uzaklaştırılmıştı. Kendi kaderine terkedilmiş, son kuruşu da iyileşmesi için harcadıktan sonra benim gibi çürük insan deposuna bırakılıvermişti. Birkaç gün sonra bu kemik yığınının yatağın içinde kıpırdayıp bir şeyler yazmaya çalıştığını gördüm. Zonguldak taki eşine mektup yazıyordu. Elinden alıp postaya attırdım. Belki de aldığı antibiyotiklerden olacak, kulakları ağır işitiyordu. Halsizlikten zor konuştuğu için de her sabah işaretle hal hatır sormaya başlamıştık. Diye anlatıyor Rıfat Ilgaz, Burhan Solukçu ile ilk karşılaşmalarını. Sanatoryumda birlikte geçirdikleri günlerde Ilgaz ın tönlendirmesiyle Solukçu nun çizdiği ilk karikatür, bir madenci deseni...Ve sonrasında emeğin çizeri, çizginin emekçisi olma yolunu ilmek ilmek ören bir savaşım, bir direnç, bir duruş... Ülkemizde yozlaştırılan bir sanat anlayışının ve özdeğerlerine yabancılaştırılan bir toplum yaratma
sonuçlarını en ciddi boyutuyla yaşadığımız bu dönemde; unutulan bir ustanın yaşam öyküsünü başka bir çizgi emekçisi Kürşat Coşgun un kalemi ve Turhan Selçuk un önsözüyle sunuyoruz siz sevgili okurlarımıza...