2014 yılında yitirdiğimiz ünlü edebiyatçı Marquez anılarını dile getirdiği Anlatmak İçin Yaşamak adlı kitabında "Hayat, insanın yaşadığı değildir; aslolan, hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır" demiştir.
Yaşımız büyürken, yıllar geçerken Bursa da değişti ve eski kimliğini yitirdi. Yazdıklarım önce birkaç sayfaydı. Anılar geldi sayfalara yerleşti. Yazmak için 1960-1980 yılları seçtim. Neden bu yıllar derseniz bu yıllarda Bursa kimliğini korudu, gelenleri içine aldı. Ama seksen sonrası gelen göç içinde boğulup gitti, sadece boğulmadı, kimliğini de kaybetti. Metropol da olamadı. Sadece nüfusu fazla olan bir şehir oldu. Şehri yönetenlerde bunun farkında olduğu için ha bire kimlik arıyorlar; Felsefe şehri Bursa gibi. En ironik olanı bir zamanlar şehir girişine asılı olan Kalite şehri Bursa ibaresiydi. Kimliğini kaybedince kişiliğini de kaybedersin.
Şehrin yerlileri azınlığa düşüp, bir de yerel iktidarı kaybedince şehir kimliğini iyice kaybediyor. Onları da anlamak lazım, bu şehirle ilgili anıları yok ki?
Şair, "Saçımızı hangi yöne tarasak çirkindik" demişti. Demişti ama ceplerimizden birer tarak ve arkası kuşlu aynalar eksik olmazdı. Papatya fallarının revaçta olduğu yıllardı. Falımız seviyor çıkana kadar zavallı çiçekleri yolardık. Aşklarımız da platonikti. Bazen bir bakışa ömür verdik. Hit parçamız; Seni Uzaktan Sevmek, Aşkların En Güzeli şarkısıydı.
Fransız yazar Roland Barthes: "Şehir bir yazıdır, okur onu istediği gibi okur" diye yazmış. Ben böyle okudum, umarım farklı okuyanlar da çıkar, okuduklarını yazıya dökerler.