Hudayberdi Hallı'nın hikâyelerini okurken çarpık bir sistemin dar kalıplarında yaşayan küçük insanların küçük dünyalarına odaklanırız. Bazen pamuk tarlasında çalışan genç kızların bir çocuk gözünden seyrettiğimiz dünyası olur bu, bazen toplumun dışına itilmiş bir bağımlının bir türlü çıkamadığı kısır döngü olur. Kahramanların kimi sistemin zayıf noktalarını keşfedip ustaca yükseldiği hâlde mutsuzdur, kimi dönen çarklar arasında tutunamadığı, dolap çevirmeyi istese bile başaramadığı için… Okulda büyük anlatılar ve hayallerle yetiştirilen gencin bir gün okuyup büyük adam olunca bakıp ibret alacağı bir eski ayakkabısı olmayacaktır hiç. Dünyanın en ileri devletlerinden birinde yaşamaktan ona düşen zenginlik payı güzel dikişli siyah bir deri ayakkabıdır en fazla ama o da ayağını sıktığı için uzun süre giymesi mümkün değildir. Burada insanın aklına şu soru geliyor, aslında ayağı sıkan şey neydi; dar gelen ayakkabı mı, bir türlü gerçekleşmeyen hayaller mi, yoksa insanları belli kalıplara sıkıştırmaya çalışan sistem mi?