Hele o erken ölümler! Nasıl da tarumar eyler bizi. Yunus boşa söylememiş "Göğ ekini biçmiş gibi" diye. Daha söz başakları olgunlaşmadan biçilip yaşam sahnesinden silinivermek katlanılır acı mıdır?
Sahi, erken ölmenin yaşı kaçtır acaba bir şair için? Ergin Günce'nin tanımıyla 'Gencölmek'in? Yirmi mi, yirmi beş mi, otuz mu, kırk mı, yoksa daha yukarısı mı? Ender Sarıyatı'nın şiirlerini gün ışığına kavuştururken hep bunları düşündüm. Sonrasında Cemal Süreya'nın "Her ölüm erken ölümdür" diyen sesi çınladı kulağımda, "Üstü kalsın" aymazlığına eklenerek. Aslında "üstü kalsın" kabullenmesinde "Al, verdiğin ömrünü başına çal!" ironisi gizliydi. Dahası, Cahit Sıtkı Tarancı gibi birileri yaşamın orta noktasını "Yaş otuz beş yolun yarısı eder" diyerek işaret etmiş, ellilere ulaşamadan terk-i hayat eylemişti dünyadan. Hem de Salâh Birsel'in deyimiyle "şiirin şekerini çıkarırken" ölmenin sırası mıdır? Üstelik şiir yaşının en olgun döneminde… Karacaoğlan'ın sitemine ortak olmaz mıyız o zaman "Var git ölüm bir zamanda yine gel" diye?