18. yüzyılda Osmanlı topraklarında, bir tarafta medrese ile temsil edilen klasikten kopamayan, yeniliklere kapalı geleneksel eğitim kurumları ve müderrisler, diğer tarafta mühendishaneler çevresinde hayat bulan Batı tarzı eğitime ve düşünceye kapılarını sonuna kadar açmış modern eğitim kurumları ve hocaları vardır. Çağdaş anlatıda birbirinin rakibi olarak gösterilen bu iki kurumsal yapı, dünya görüşleri zıt iki farklı zihniyetin de temel taşıyıcıları olarak kabul edilmektedir. Bu teze göre, Batı'dan bilgi aktarımı modern eğitim kurumları tarafından yapılmaktadır ve hızı da çok yüksek değildir. Bu çalışmada, Abbaskulu Ağa tarafından Arapça kaleme alınan Esrâri'l-melekût adlı eserin Hayâtîzâde Seyyid Şeref Halil tarafından 1848 tarihinde basılan Efkâru'l-ceberût fî tercemeti Esrâri'l-melekût isimli tercümesinden hareketle yukarıda sözü edilen anlatının yanlış olduğunun gösterilmesi amaçlanmaktadır. Böylelikle geçmişten bugüne entelektüel zeminde yaşanan gerilimlerin ve toplumsal tartışmaların hemen hemen tamamının odak noktasında bulunduğuna inandığımız Osmanlı ve bundan ayrı düşünülemeyecek Cumhuriyet modernleşmesine dair geleneksel tezlerin gözden geçirilmesi çabalarına küçük de olsa bir katkı sağlanması umulmaktadır.