"İçimdeki seni bir bilsen, bendeki seni bir görsen... Öyle bir girdin ki dünyama, sana öyle bir karıştım ki artık sensiz nefes alamıyorum."
Aşkı birbirlerinde keşfetmenin sarhoşluğuyla ayakları yere basmayan Asya ve Fatih için günler, geç kalınmışlığın acısını çıkarmakla geçiyordu. Özlem, ihtiraslı bir rüzgâr gibi dalgalar hâlinde onları kıvrandırıyordu. Geçmiş ve gelecek medcezir eşliğinde yok oluyordu, sadece yaşadıkları an kalıyordu ellerinde. Yavaşça, kaygısızca, fütursuzca…
"Hayatımdaki iki önemli erkekten sonra, buraya birlikte gelebileceğim tek erkek sensin. Onların yerini sadece sen doldurabilirsin. Biri babamdı. Diğeri büyükbabam. Sense âşık olmanın ne demek olduğunu öğrendiğim adamsın. Bir gülüşünle erimenin nasıl olduğunu hissettiren, bir bakışınla kalbimi çarptıran tek gerçeğimsin."
Aşk hiç vermediği cömertliğini onlara sunarken sinsi bir düşman gibi pusuda bekleyen hissiyatsızlığın, Asya'ya kucak açtığından ikisi de habersizdi. Düşman, hiç ummadıkları bir anda en mutlu günlerine bir adım kala üzerlerine çöktüğünde aşkın gücü, his anestezisinin üstesinden gelebilir miydi?