"...Yaşının sayısı birer birer artıyor. Çok geçmeden, tecrübe, bakışlarını, mesut çocukluk çağında iken tanımadığın şeylere çevirecek. Baba evinin duvarlarının ötesinde başka bir dünya var ki, oraya girdiğin vakit, çok zaman, en aziz adların, nasıl ayaklar altına alındığını veya kötü maksatları örtmek için nasıl maske gibi kullanıldığını görerek üzüleceksin. İyi biliyorum ki bu manzara, içinde acı bir ıstırap uyandıracak ve bu ıstırap, kalbindeki duyguları ne kadar temiz tutarsan o kadar acı olacak. Lâkin, dikkat et ki, bu yüzden insanlığa karşı nefret duymayasın; yahut, ahlakın, filozoflarca fazilet diye adlandırılan ülküsünü boş bir düşünce saymayasın. Hatırından çıkarma ki, bir devir ne kadar merhametsiz, bir millet ne kadar yozlaşmış (soysuzlaşmış) ve bir yer ne kadar kötü şartlarla dolu olursa olsun, orada her zaman gerçek fazilet karşısında hayranlık duyan gönüllere de rastlanır. Ahlâki yozlaşmasının en alt basamağında bile, faziletin sevilmeye değen cevherini, birkaç saniye için de olsa, yalnız umutsuzluk duyguları ile de olsa, tanımayan insan yoktur; hiç olmazsa pek azdır. Hepsinden daha önemli olarak, tazyik ve tehlike içinde iken bile kalbinin ve ruhunun temizliğini Tanrı'nın lûtfu saymayan, felâkete düştüğü zaman dahi kendisinin, saadet içinde görünen kötüden daha mesut olduğuna inanmayan insan yoktur ve olmayacaktır. Sükûn ve onur tevazunun iki ayrılmaz vasfıdır. Bu ikisinin sayesinde, felâketlere sadece katlanmak değil, aynı zamanda bunların ıstırabını vakarla çekmek; bunlarla, yalnız alçalmamak değil, aynı zamanda ruhunu yükseltmek de mümkün olur. İnsanı kaderle mücadelesinde yeter derecede kuvvetli yapan, talihin ayartmalarına karşı da kuvvetlendiren, bu ikisidir. Kendi insanlık faziletini ve saadetini bu çok sağlam temeller üstüne kurmayı öğrenmiş olan bir insana talihin bütün parıltıları ve teşvikleri ne yapabilir?.."