ADRİAN
"Nefretim, akan bir nehir gibi sürekli kendini yeniliyor suratlarınızı görünce."
***
Distopik bir yaşamdır Adrian!
Ektelesi serisinin İdam Seremonisi'nde dövüşmeye mahkûm edilen dördüncü karakteri Adrian, ütopik yaşamların arasında gördüğü/görmek istediği ve tüm bedeninin yanında ruhunun da kanla kaplandığı bir hayat hikâyesidir.
***
"Eğer insanlar bilseydi bizim soyumuzu ve onları korumak için görevlendirildiğimizi, eminim, bir gün isyan edebileceğimizin korkusundan ölürlerdi! Tanrı'ysa bir ressam gibi bütün fırçalarını tuvalin üstünde parçalayıp biz ulu Karga İnsanları; insanlardan daha akıllı, hayvanlardan daha asil olarak yaratmıştı.
KANLI AY
AY KAN KIRMIZIYA BÜRÜNDÜ
Şeytanın elçisi Faişanal kanlı ellerini, gökyüzünde bütün ihtişamı ile parlayan aya doğru açtı ve yüksek sesle İbranice bir şeyler haykırıyordu. Yedi değişik dinin temsilcisi Faişanal'ın etrafında daire biçiminde ayakta duruyor, ellerindeki kesiklerden damlayan kanları içi süt dolu kâseye akıtıyorlardı. Ay bir anda kızıla büründü ve lanet dünyanın üzerine çöktü. Cinler ve İnsanlar arasındaki perde kalktı…
Komiser Adal Yalçın ve cinayet büro dedektifleri, para-normal varlıkların etkisinde işlenmiş cinayetlerin izini sürüyor. Komiser Adal Yalçın büyücülerin kötü büyüleriyle araladıkları berzah kapısından giren şeytan ve kötü cinlerin insanları köle etmek için başlattıkları Kanlı ay büyüsü ile yeryüzünde çıkardıkları cinayetlerin izinde. Adal Yalçın ve Funda'nın para-normal olayların izinde yaşadıkları masum ve temiz aşk hikâyelerini konu ediyor. Komiser Adal Yalçın ve ekibi, Başkentin bilinmeyen karanlık sokaklarında, işlenmiş gizem dolu cinayetlerin para-normal gölgesinin izini sürüyor. Her satırında, korku ve gerim gerim gerilim var.
Dikkat! GECE TEK BAŞINIZA YALNIZ İKEN OKUMAYIN!
İLK VE SON MUKADDERAT
"İlk ve Son" serisinin 4. Kitabı "Mukadderat"
Basit kelimelerle anlatmaya kalksa "Ne cennetteyim ne cehennemde; ne Araf beni kabul etti ne de bugüne kadar kabul edilen inançlar bana yol gösterdi." cümlesiyle anlatmayı tercih ederdi. İnsanlara bulunduğu yeri tarif edemezdi. Var olmak ile yok olmak arasındaki savaşta iki tarafın da kendisi olduğunu, galip ve mağlup olmanın manasız kaldığını, çıkış kapısının olmadığı bir ortamda elinde kapı anahtarıyla gezmenin delilik değil de gerçeğe ulaşmak olduğunu anlatmak için insanlığı en başa döndürmek gerekliydi.
Başladığımız yerdeyiz. Başlangıç da karanlıktı, son da karanlık. Belki de göremediğimde karanlık, gördüğümüzde aydınlık diyoruz. Gördüğümüz; ışık siyahın ta kendisi, ışıksızlık aydınlığın gerçeği olabilir mi? Duyamadığımız yüksek ve alçak sesleri yok saydığımız gibi sadece algıladığımız renkleri kabul edip içerisinde veya ardında olanları da yok olarak kabul ediyor olabilir miyiz? Bizler görmediklerimizden korktuğumuz için gerçeklerin üstünü örterek onları yok saydığımız gerçeği, gerçekleri gizleyebiliyor mu?