Felekler ve bunların dairesel deviniminde yer bulan göksel varlıkların canlılığı, idrak ve itaat özelliklerinden dolayı bir iradeye sahip olmaları gibi hususlar bugün için modern bilimde kabul edilebilir şeyler değildir. Keldâniler, Bâbilliler, Sabiîler ve Antik Yunan'dan bu yana kutsallığı kabul edilen gökseller, genellikle Tanrı'dan sonra ikinci öneme sahip varlıklar olarak kabul edilmişlerdir. Geçmişte maddenin çekim kanununun bilinmediği ve bu sebeple feleklere canlılık, irade ve devrî hareket özelliği verildiği gibi çeşitli iddialar olmasına rağmen, hem bilimsel hem de düşünsel bilgi birikiminin mimarları filozofların kastını doğru anlamak gerekir. Her şeyden önce bugün modern fiziğin bir taş olarak algıladığı gökteki varlıkları, metafizik bağlamından kopararak maneviyatsız bir bilimin kütle yığınları olduğuna hükmetmek, felsefenin peşinden koştuğu hakikati anlamada ortaya koyduğu emeğe haksızlık olacaktır. Kindî'nin dediği gibi, bütün âlemi yaratan ve "Hayy" ismiyle varlığa tecelli eden Allah'ın, yarattığı birçok şeyi cansız, hissiz ve bilinçsiz yaratması ne kadar doğru bir çıkarımdır? Özellikle Fârâbî ve İbn Sînâ tarafından varlığın Allah'tan taşmasında önemli bir konumda yer alan göksel varlıklar, nefis ve maddeleriyle beraber meleklere benzetilmiş, böylece hem metafizik bir temellendirmeye, hem de din-felsefe uzlaşısı ekseninde dinî bir delillendirmeye tabi tutulmuştur. Bu konuda Gazzâlî'nin eleştirilerine rağmen feleklere canlılık ve irade vermede kararlı olan filozoflar, Aristo'nun aksine bütün âlemi, Allah'ın varlığının canlı bir tecellisine dönüştürmüşlerdir.