Fenomenoloji, 20. yüzyılın eşiğine dek uzanan bir geleneğe doğru geriye gider. 1900 yılında, Freud'unRüya Yorumuadlı eseriyle eşzamanlı olarak, Husserl'inMantık Araştırmalarıadlı eserinin ilk cildi çıktı. O zamanlar felsefi açıdan, yeni-Kantçılık Alman üniversitelerinde söz sahibiydi. 19. yüzyılın psikolojisi, Herbart ve Wundt ile birlikte her yerde hazır ve nazırdı, ama çok öncesinde Brentano ve Dilthey, yeni yolların peşindeydi. Frege, Russell ve Whitehead matematiksel açıdan desteklenmiş formel bir mantığı ortaya koydu. James ve Bergson, empirist bir tarzda sırf tecrübe verilerine dayanmayan bir tecrübe düşüncesi için çabaladı. Viyana, Göttingen, Jena, Münih, Marburg ve Freiburg'ta oluşan birçok temas, öncelikle Üçüncü Reich'in enkazı altında kayboldu; kısmen Batılı ülkelere doğru, Leuven'de Husserl Arşivi, Paris entelektüel ortamı veya New York New School'a doğru kaydı; Almanya'da ise İkinci Dünya Savaşından sonra ilkin yavaş yavaş yine canlandılar. Almanya'da Edmund Husserl, Martin Heidegger, Max Scheler ve belirli bir mesafeyle Helmuth Plessner ses verdi. Fransa'da ise Jean-Paul Sartre, Maurice Merleau-Ponty, Emmanuel Levinas, Paul Ricoeur ve Jacques Derrida'ya kadar uzandı. İspanya'da Ortega y Gasset, fenomenolojinin alımlanmasına katkıda bulundu. Fenomenolojinin ABD'ye alınması için her şeyden önce Alfred Schütz ve Aron Gurwitsch ve de Hannah Arendt, Hans Jonas gibi mültecilerin şekillendirdiği New School'un bilimsel ortamı göz kulak oldu. Buna ek olarak Moskova'dan Gustav Spet, Krakow'dan Roman Ingarden ve Prag'dan Jan Patocka geldi ve Batı'daki yeni düşünsel serveti yayan Doğu Avrupalı mültecilerin büyük bir sayısı unutulmamalıdır. Dünya çapındaki yayılma, sadece Avrupa'nın doğusuna ve güneyine değil, aynı zamanda Kuzey ve Güney Amerika'ya, etkisi büyümeye devam edecek Doğu Asya kültür bölgesine ulaştı. Fakat bundan sonra ne gelir ve günümüzde ne beklenebilir?
Bernhard Waldenfels