Edebiyatımızın yaşayan devlerinden Selim İleri bir gün tiyatro çevresinden dostlarının bir arkadaşıyla birlikte yemeğe çıktı. Yakup restoranın şahane mezeleri eşliğinde bir iki kadeh içilirken, sohbet gelip bir yaşam öyküsüne takıldı.
Bir çocuk bakım hemşiresi, ikizlerinin doğumunda karısını kaybetmiş bir genç üsteğmenle, çalıştığı çocuk yuvasında tanışır ve bu bir yıldırım aşkına dönüşür. Hemşire bu yakışıklı subaya o kadar kendini kaptırmıştır ki, kendisine teslim edilen ikiz oğlanlara deliler gibi bağlanır.
Ama hemşirehanım aşkına bir türlü kavuşamaz ve bu arada ikizlerden birini de kaybeder. Kalan o tek çocuk onun yaşam gayesi olmuştur artık. Onda aşkını yaşamaktadır.
Fedakarca, karşılıksız bir sevgiyle…
Büyük üstat bu ilginç öyküyü dikkatle dinledikten sonra o zarif nezaketine pek uygun düşmeyen bir üslupla karşısındaki yeni tanıştığı insana, "Bana bak, bunu yazacaksın, bunu yazacaksın!" dedi.
Ve bu yaşam öyküsü kaleme alındı.
Bu iddiasız, roman tadındaki yaşam öyküsünün kahramanı hemşirehanımda çoğu insan, özellikle emekçi kadınlar, kendilerinden çok şey bulacaklar.