Gazi, pencereye tutunduğu sırada Fikriye ayakta kalabilmek için bütün gücünü harcıyordu. Gözlerinden çağlayan yaşlar, sırtından girip kalbine saplanan kurşunun ağzından boşalttığı kanlara karışmıştı.
"Fikriye. Yavrucuğum. Allah'ım siz onu mu vurdunuz, siz kime kurşun sıktınız?
"Bu askeri kıyafetinizi ilk kez görüyorum. Benim için mi böyle giyindiniz? Bir ayağınız önde bir eliniz cebinizde. Şimdi de diğer elinizi bana uzattınız. Nereye götüreceksiniz beni paşam?"
"Âşıklar tepesine, yine öyle bir yer seçtim ki, kimse bizi bulamayacak. Dudaklarını hiç tatmadığım bir aşkla öperken yüreğinin gürültüsü ağaçları sallayacak. Birileri geliyor diye beni kandıracaksın. Kanacağım bende aynı senin bana kandığın gibi. Seni yüreğimin derinliklerine gizleyeceğim. Bir daha kimse elimden almasın diye. Bir hüzün vardı. Ona sahip olamadım.
Allah'ım bana seni gönderdi. Sana da sahip çıkamadım. O içime işlememiş bir hüzündü sana vurulduğum anda biten. Sen baharım, yazım, kışım oldun. Sevgilim, aşkım oldun. Kapatma gözlerini yavrucuğum. Salt bana bak. Seni kucaklayan benim. Esas o seni kandıracak. Ben sanıp uzatma elini. Bir kez daha öp yüreğimden. Bir kez daha bana paşam de. Kurban olsun sana paşan, öl de yoluna ölsün bu paşan.