Din Felsefesi başlıklı bu kitapta, dinselliğin bir coğrafyaya veya tarihin yalnızca bir kesitine özgü olmadığı, evrensel bir ilke olarak insanlığın yaşamına paralel olarak kendini var ettiği gösterilmeye çalışılıyor. Yine de başlangıçta "din değil 'laiklik' vardı", anlayışının da altını çizmeyi ihmal etmiyor. Çünkü yazara göre dünyevi olan din değil, "laik" yaşamdır. Adına laiklik denilmese de dünyevi yaşam en eski çağlardan beri dinsel yaşamı önceleyen bir olguydu.
Marxve Engels ısrarla dine değil dünyevi olana işaret etmişlerdir. Zira Marx ve Engels için teoloji, din, Tanrı ve her türden metafizik fenomenler ve düşünceler bağımsız değillerdir. Bunlar sosyal gerçekliğe, üretim biçimlerine, mülkiyet şekillerine bağlı olarak var olmaktadırlar. Sosyal ve ekonomik süreçler değiştikçe bunlar da değişirler.
Dinin ekonomik ve tarihsel süreçlerle ilişkilendirilmesi, konunun Batı ve Doğu din felsefelerine dek genişlemesini gerektirmiştir. Bunun sonucu olarak da Alevi/Kızılbaş tasavvufu ile derinleşen konu, Spartaküs, Babailer ve Münzer'den geçerek Bedreddin Devrimi'ne bağlanmaktadır.