Malum olduğu üzere insan, 'Ahsen-i takvim' üzere yaratılmışken, fıtratında taşımış olduğu güzelliği yaşamak varken, 'Belhüm adal' düzeyine düşebilen bir varlıktır, yâni o güzel fıtratını ifsad ederek kaybeden bir hâle dönüşebilen bir varlıktır. Bu iki uç arasında kalan alan içindeki tüm iyilik ve kötülükler, her türü ve her basamağı ile insanın işleyip gündemine getirebileceği davranışlarıdır. Hepsi de insan içindir, insanın yapısındandır ve insanda gözlenebilir.
Fıtratından olan güzelliklere tâlip olmak ve Yaratıcısının rızâsı doğrultusunda yaşamak yerine yaratılışındaki seçme hürriyeti ile insan haddini aşarak o güzellikler yerine azgınlıklara sapabilmekte ve ziyâna uğrayabilmektedir. Yaratıkların en şereflisi olan bu insan, birtakım hususiyetlerle donatılmıştır, fıtratında/yaratılışında bunlar mevcuttur. Bunların başında Allah (cc)'a îman gelir. O'na (cc) îman insanın, insan oluşunun birinci ve baş husûsiyetidir ve bu en büyük, en eşsiz bir nîmettir.
Îman, fıtratın da/yaratılışın da bir gereğidir, çünkü insan o şekilde teçhiz edilmiştir. Îman eden bir kişi elbette ki, güzel bir yaşayışa, temiz bir ahlâka da sâhip olmalıdır. Bunun yolu da fitratındaki güzelliklere tâlip olmasındadır. Zîrâ ebedî hayat, bu güzel yaşayış sâyesinde kazanılacaktır. Bu şekildeki bir yaşayış 'İslâmî bir hayat'tır. İslâmi bir hayat yaşayabilmek ise, üç temel esas üzerine binâ edilebilir: 1. Sâlih bir îman; 2. Sâlih ameller, 3. Güzel bir ahlâk. Bunlar da fitrata sadâkatle elde edilir, onu tağyir ve tağşiş etmeden, yâni fıtratı bozmadan, değiştirip ifsad etmeden.