Neoklasikçiler, soylu yalınlık ve sakin yücelik yanlıları... Barokçular ise lüks, saltanat, kadifeler, şık danteller, aristokrasi yanlıları... Sanatta neoklasik vurgu erkek vücudu ile tasvir edilirken, rokoko kadın vücudunun kıvrımlarını taşıyor adeta. Erkeklerin güçlü kararlılığı ile kadınların yumuşak çaresizliği... Gerçi şu anki saltanat düşkünlerinin tek çaresizliği akılsızlıklarından ülkeyi düşürdükleri durumdur herhalde ama neoklasik devrim bu sahtekarlığı suyun altına gömmek istiyor ve yeterince ısrarlı davranılırsa yapılabilir. "Tarık, 1912 Nisan ayı itibariyle tahsil görmekte olduğu Paris'ten ayrılmaktadır. Eğitim için geldiği Paris onun dünyaya bakışına uygundur ve ruhsal olarak onu besleyen sosyokültürel bir ortama sahiptir. Paris'ten ayrıldıktan sonra bir düğüne katılmak üzere Balkanlara doğru yola çıkar. Tüm aile 3 hafta sürecek düğün kutlaması için Florina'da buluşacaktır. Paris'ten gemiyle Durrës'e gelir. Halasının oğlu Suat onu Durrës limanında karşılar. Aynı hafta Avrupa'yı sarsan Titanic faciası gerçekleşmiştir. İlk karşılaşmaları gazeteden okudukları bu haberi ve memleketin durumunu tartışarak başlar. Talimli askerini terhis eden, seferberlik başlayamadan savaşa giren, savaş sırasında soğuk ve yağışlı hava şartları nedeniyle geri bile çekilemeyen, sırf bu nedenle ağır malzemelerini düşmana teslim eden, erzak, cephane ve levazım konusunda lojistik destek sağlayamayan ve kolera salgınından kırılan bir ordu ne yapabilir? Tarık evlenme niyetindedir. Bu niyetini ailesinin önünde açıklar. Charlotte acele edilmemesi gerektiğini düşünmektedir. Feride ise oluşan bu atmosferden rahatsızdır çünkü Tarık'ın rahat tavırları ve kolayca şekillendirdiği hayatının kendi yaşamını mahvettiğine inanmıştır. Onun zevkle takmaktan hoşlandığı bir fötr şapkanın bile, yaşadığı çevrede batının ve hatta dini bir ayrım olarak Yahudiliğin simgesi halinde bir fitne tohumuna dönüşmesi Feride'yi kötü etkiler."