Her yaştan okurun belleğinde silinmez bir yer edinen sanatçı Behiç Ak, "Gülümseten Öyküler"inin yedincisinde, kentlerde insanların öteki canlılarla bir arada yaşayabilmeleri, onların yaşam hakkına saygı göstermeleri üzerine düşündürüyor. İstanbul'un tarihsel simgelerinden Galata Kulesi'ni merkez alan öykü, mahalle kültürünü yansıtırken, sosyal sorumluluğun küçük bir toplulukta nasıl filizlendiğini de anlatıyor. İletişimi kolaylaştıran teknolojik olanakların, bir yandan insanı nasıl yabancılaştırdığına, bilgi kirliliğine yol açtığına ve sosyal paylaşım ağlarının "sanallığına" da değinen öykü, eşsiz bir kent masalı.
Ağabeyi Emre'nin tersine, Hülya'nın internetle de teknolojiyle de işi yoktu. Hayvanların dilinden anlar, mesajlarını bile güvercinlerle iletirdi o. Komşu oldukları Galata Kulesi'nde onarım başlayacağını, kulenin çepeçevre bir inşaat perdesiyle kapatılacağını öğrenince, çok endişelendi. Çünkü, kulenin taşları arasında ebabil yuvaları vardı. Ebabil yavrularını kurtarmak için el ele veren iki kardeş, belediyeye dertlerini anlatabilmek için çeşitli yöntemler düşündüler. Peki ya mahallenin martısı Murteza, yavruları kurtarmak için yerinden kıpırdayacak mıydı acaba?..