Medrese eğitiminin çöktüğü, cemiyetin başka arayışlar içine girdiği sırada, Batı tarzı mektepler ön plana çıkar. Artık medreseden kaçış başlamıştır. 1860-1870'li yıllar Türkiyesi, üniversitelerin, Galatasaray gibi Batı tarzı yeni mekteplerin ortaya çıktığı devredir.
Bu devrede yeni bir arayış içine giren aydın kitle, ilk etapta çöken kurumlara taze kan aramaya başlar. Bunun ilk başlama noktasının, eğitim kurumları olması da tabiidir. Bu kurumlarda karşılaşılan ilk zorluk ise, Osmanlıca'nın imlâsı meselesi olur. Çünkü, bu dilin elde mevcut ne belli bir yazım kuralı; ne de lugatı vardır.Ayrıca, Cevdet Paşa'nın Belâgat-ı Osmaniye'sinin ortaya çıkışı ile Şemseddin Sami'nin "Osmanlıca" diye bir dilin olmadığı tezini ortaya atması,medreseliler tarafından büyük bir tepki ile karşılanır.
Bu şekilde başlayan ilk kıvılcım,Ta'lim-i Edebiyat'ın da basında görülmesiyle şiddetini iyice artırır. Osmanlıca'nın varlığını savunan Hacı İbrahim Efendi, meseleyi dînî açıdan ele alarak, Arapça'nın dînî, ilmî lisanımız olması, dilimizin dayanağının Arapça oluşunun yanında, Halifeliğin dayanağının dahi, Kur'ân-ı Kerîm olduğu fikrini öne sürer.
Kemâl Paşazâde Sait ise, Osmanlıca diye bir dilin olmadığını,zirâ, sözü edilen dilin, Türkçe olduğu tezini öne sürerek,Şemsettin Sâmi'nin görüşüne destek verir. Dil üzerine olan bu tartışmalarda, Kemâl P.Said'in dışında, devrin ünlülerinden Ahmet M. Efendi, R.Ekrem, N.Kemâl, A.Hâmit,Sâmi P. Sezâi, E.Tevfik, A.Süreyyâ, Nüzhet Ortanca, Macit Paşa, M.Nâci ve Ali Sedâd'ın yanı başında, irili ufaklı yazar yer alır.
Sonlara doğru,Türkçe'nin varlığı veyâ yokluğu ile Arapça kelimelerden soyutlanan Türkçe'nin ilim dili olamayacağı, Osmanlıca imlâ için, Fransızca'dan sesli harflerin alınması gerektiği, mevcut alfabenin yetersizliği, bunun yerine Ermeni yada Latin Alfabesinin alınması yolunda ortaya atılan yeni bir teklif, ortalığı karıştırır.