"Biz kadın ve çocukları esir almış Erciş ilçesine doğru götürüyorlardı. Çevremizde eli silahlı askerler,yoldan ayrılmamamız için silahların namlularını bize doğrultmuş, sağımızdan, solumuzdan tek şerithalinde yürüyorlardı. Hiçbirisinin simasında merhametten iz yoktu. Küçük çocuğumun elinden tutmuş, yol boyu yürüyorduk. Geride yakılmış, cehenneme dönüştürülmüş bir Zilan'ı bırakarak ilerliyorduk. Başımıza neyin çeleceğini bilmeden yürüyorduk. Şehre yaklaştıkça yol kenarında cesetlerle karşılaştık. Cesetlerden çevreye ağır kokular yayılıyordu. Hepimiz dehşete düştük. Ben küçük çocuğumun gözlerini, cesetlere bakıp da korkmasın diye elimle kapattım. Baktım ki, birçok kadın benim gibi elleriyle çocuklarının gözlerini kapatmışlar. Yolun sağında ve solunda, düzensiz, üst üste yığılmış cesetler, yaşlıların yanı sıra öldürülmüş gencecik insanlar… Bu manzarayı gördükçe aklımızı kaybedecek gibi oluyorduk… Bizi buldukları yerde niçin öldürmediler! Bir seferde ölüp giderdik. Erkeklerinyanı sıra binlerce kadın çocuk, toplu katlettiler. Onlardan biri olabilirdik. Dertlerin anası, katliamların tanığı olmak varmış kaderimizde. Bir değil, defalarca ölmek varmış…"