Chiapas, Seattle, Porto Alegre, Buenos Aires, Tahrir, Puerto del Sol, Sintagma, Zuccoti, Rojava, Gezi… Dağlarda, bir şehirde, bazen tüm bir ülke, bir kıta, bazen beş kıtada birden, sonra yine bir meydan, meydanlar ya da bir parkta yankılanmakta olanı duyabiliyor muyuz? Coğrafyaların sesleri var mıdır? Bir beden gibi, onlar da etkileyebilir ve etkilenebilir mi? Coğrafyalar eyleyebilir mi? O zaman coğrafyalar nasıl hareket eder? Coğrafyalar arzulayabilir mi? İsteyebilir mi? Olmuşların bir tarihi yerine, bedenlerin bir coğrafyasını hayal edebilir miyiz? Hayatı olguların sıralanmasına dönüştüren resmi tarihçiliği bir kenara bırakıp, arzuların, güçlerin, duyguların haritacısı olabilir miyiz? Gezi'nin bu toprakların her yerinden yükselen seslerinde yankılanmakta olanı duyabilir miyiz? Yeryüzünün bütün isyanlarına, arzularına, ihtiyaçlarına, bilgeliğine, hayallerine, yaratımlarına kulak verebilir miyiz? Gezi'yi anlatmaya çalışmak yerine onu dinleyebilir miyiz?
Diyebiliriz ki bu çok sesli kitap, aslında anlatmıyor, açıklamaya çalışmıyor. Yeryüzünün seslerini dinlemeye, anlamaya, etkilenmeye, vermekten çok almaya, yanıtlamak yerine eğilimleri takip etmeye çağırıyor. Tarihler yerine, coğrafyalar üzerine düşünmeye. Silsileler yerine, akışlar ve karışımlar üzerine, şimdinin geçmişi yerine geçmişteki gelecekler üzerine. Olmuşlar yerine direniş ve dönüşüm arzuları üzerine…