"...Size adımın iki kelimesini söyledim, aslına bakarsanız arada iki tane daha var ve neden bu kadar uzun bir adım olduğunu anneme dahi sormadım. Uzatmayayım, umurumda değil, Dublinli oluşum hariç. Benim için daha önemli pek bir şey yok, sanırım olmayacak da. İyi ki orada doğmuşum, kendimi doğduğum yere borçluyum, karşılığını ödemem için belki de birkaç hayat daha yaşamam gerek.
Akademide tanıdığım Budist dostlarım, bana bunun pekala mümkün olabileceğini söylediler. İnanıp inanmamakta hep kararsız kaldım.
Meydana inince durup bir süre etrafa baktım, az ötedeki banklardan birine oturup Nora'yı beklemeye başladım; buluşacağımıza dair bir ön sözleşmemiz yoktu. Yine de içimdeki kimsesizlik bana onun buralarda bir yerlerde olabileceğini fısıldayıp duruyordu. İmkansız bir düştü bu, görmek istediğim en güzel rüya... Hepsi yalnızlıktan.
İngiltere'de kim yalnız değil ki? Yine de herkes bir bekleyeni varmış gibi geçip gider yanınızdan. Kimi işine kimi de tek ya da iki katlı sığınağına ulaşmaya çalışır. Londra'da aşıklar ve şairler İrlandalıdır, öyle değilse bile benim inancım bu... Nereden mi biliyorum bütün bunları? Bilmek istemeyişimden. Evine ulaşan her İngiliz derin bir oh çeker, bundan eminim. Ama emin olduğum her şeyi her zaman söylemem. Bu yüzden yazıyorum, iyi ki de yazıyorum; ya hiç yazamasaydım..."
Nora gelmedi...