Herkesin kendine sorması gereken bir sorudur: "Bir gün göçmek zorunda kalsaydım, yanıma neler alırdım?"
İşte, insan hayatının, sahip olduklarının ve hiçbir şekilde sahibi olamadıklarının bir çantaya sığışmış hali: Göçmen bavulu. Öyle ya, göçmek, yanında götürebildiklerinden ibarettir. Eğitim için uzak bir kıtaya, fabrika işçisi olmak için Avrupa'ya ya da canını kurtarmak için komşu vatana… Her biri ne kadar farklı hikayelerdir ve fakat eşkalleri bambaşka olsa da bu hikayelerin özündeki müşterek ayrılık acısı ne kadar da benzerdir!
Bazı göçmen bavulları iridir, afilidir; havalimanlarında, otomobil bagajlarında seyahat edecek kadar kısmetlidir. Bazıları ise hem küçüktür hem de kamyon kasalarında, dikenli tellerle çevrili sınır arazilerinde, dünyanın en acımasız deniz yolculuklarında günbegün hafiflemiştir.
Kimisi Türkiye tarihine ait vesikalar gibidir: Birkaç parça çamaşır ve kasabanın fotoğrafçısında çekilmiş çerçeveli aile fotoğrafıyla gider, uzun yıllar sonra Alman çikolatasıyla dönerler. Kimisi ise gök yaran bombalardan, uzun namlulardan, başına yıkılan evinin harabeleri arasından kaçıp gelir, tüm o cehennemin içinden mütebessim çocukluk anıları getirir.
Göçmen Bavulu, göçmenlerin kendi kaleminden hikâyelerini ve göçe dair denemeleri bir araya getiriyor. Göçmenliğin insanlığın müşterek kaderi olduğuna dair görünmez bir dipnotla, bavullara sığmayan acı-tatlı anıların iki kapak arasında canlanmasıyla.