Canlının doğasındaki biriktirme meylinin insana has en güzel temsili olan kültür; bireyin maziden atiye işlediği her türden değer, inanç, gelenek, sanat, tavır ve diğer tüm üretim ögelerini içinde barındıran evrensel bir mirastır. İnsanın yaradılışı ve hayat tecrübesinden gelen bu kavramları bir yandan yüceltirken öte yandan gelecek kuşaklara taşıyan dil ise hem kültürden ayrı düşünülemeyecek bir yaratım alanı hem de bu üretimi çeşitli kod ve göstergelerle kayıt altına alan bir belleği temsil eder. Çağdaş dilbilimin en tanınır araştırmacılarından olan Amerikalı bilim insanı Steven Pinker'a göre genetik bir içgüdü olarak tanımlanabilecek dil kognitif ve devinimsel beceri temelli eylemlerinde muhakkak ki belirli bir zamana yani öğrenme sürecine ihtiyaç duyar. Süreç içinde kimliksel ve toplumsal farklılıklarla kişileri ve onların oluşturduğu toplumu diğer toplumlardan ayırt edilebilir kılan dil, bu işlevini sürekli ürettiği, bozduğu, bozguna uğrattığı, yıktığı ardından yeniden var ederek bir daha parçaladığı göstergeler üzerinden kazanır.
Belirli bir amaç ya da duruma işaret etmek için kullanılan göstergelerin doğurduğu kişilerarası iletişimle yinelenerek yeni anlamlar kazanan çeşitli işaretlerin; kelimeler, mimikler, jestler, semboller, resimler ve daha birçok farklı uyarıcı aracılığıyla meydana getirdiği dili her yönüyle inceleyen dilbilimin bir araştırma alanı olan semiyotik, yani göstergebilim, bu işaretlerin nasıl kullanıldığı ve ne şekilde anlaşılacağı üzerine gramatikal, kültürel, sanatsal, sosyolojik ve psikolojikçözümlemeleri barındıran derli toplu bir sosyal okuma yapar. Bu okuyuşun ilk icracısı XX. yüzyılın başlarında yapısalcı dilbilim ekolünün öne çıkan isimlerinden olan İsviçreli Ferdinand de Saussure'dür (1857-1913). Saussure'e göre bir işaret sistemi olarak işleyen dilin sahip olduğu kelimelerin kendileri ve anlamları arasında doğrudan bir bağlantı yoktur. Kelimeler ancak onları kullanacak kişiler ve toplumsal anlaşmalar üzerinden anlam kazanabilen bu sebeple de konuşurlarından bir tür hazır bulunuşluk bekleyen sembol parçalarıdır. Dilin yanı sıra resim, grafik, müzik, mimari, moda gibi çeşitli duysal işaret sistemleriyle de ilgilenen göstergebilim bu sistemlerin ne şekilde kullanılıp yorumlanabileceği sorusu üzerine düşünürken söylem analizi, yapısal analiz, semantik analiz, pragmatik ve kognitif analiz gibi yöntemleri kullanır. Alanyazınına Saussure ile eşzamanlı katkıda bulunan Amerikalı filozof Charles Sander Peirce (1839-1914) başta olmak üzere 1960'lı yıllarda çalışmalarını sürdüren Louis Hjelmslev (1899-1965), Roland Barthes (1915-1980), Claude Lévi-Strauss (1908-2009), Julia Kristeva (1941), Christian Metz (1931-1993), Algirdas J. Greimas (1917-1992) ve Jean Baudrillard (1929-2007) gibi çalışmacılar Saussare ve Avrupa çizgisini sürdürürken; Charles W. Morris (1901-1979), Ivor A. Richards (1893-1979), Charles K. Ogden (1889-1957), Umberto Eco (1932-2016) ve Thomas Sebeok (1920-2001) gibi isimler ise Pierce etkisiyle Amerikan çizgisini sürdürerek göstergebilimi bağımsız bir bilim dalı haline getirir.
Göstergebilimin inşasında önemli rol oynayan Rus Biçimcileri de çalışma içerisinde özellikle yer bulmaktadır. Çağdaş göstergebilime nazım ve nesir türündeki edebi ürünlerin çözümlemeleriyle katkıda bulunan Rus Biçimcilerin anlamca en yüksek noktaya varabilme arzusu, dönemin Rusya'sı için Sembolizm'in ardından yeni bir sanatsal heyecanın da doğmasına sebep olur. Vladimir Propp'un (1895-1970) Morfologiya Skazki adlı eseriyle Rus halk masalları üzerinden kaleme aldığı göstergebilimsel inceleme, Roman Jacobson'un (1896-1982) çalışmalarında kendisini dilsel işlevler kuramıyla var eder. Mihail Bahtin'in (1895-1975) incelemelerinde felsefi bir altyapıyla yazım alanı bulan bu bakış, Viktor Şklovski'in (1893-1984) edebiyatı yabancılaşma kavramı üzerinden yeniden okuyabilmesine fırsat tanır. Yuri Lotman'ın (1922-1993) sinema ve tiyatro incelemelerinde semiyotik bir estetik eleştirisine evrilen göstergebilim çalışmalarına 1962 yılında Tartu ve Moskova Üniversite'sinde çalışan Yuri Lotman, Boris Uspenski (1937), Mihail Gasparov (1935-2005), Ivan Steblin-Kamenski (1945-2018), Vyaçeslav Ivanov (1929-2017), Vladimir Toporov (1928-2005) gibi bilim insanlarının öncülüğünde kurumsal bir kimlik kazandırılır. Bu gayeyle kurulan Tartu-Moskova Okulu çok katmanlı bir kültür analizi için semiyotik teoriyle örtüşen özgün bir yöntem geliştirerek ilgili alandaki araştırmaları meraklılarıyla buluşturan Sign Systems Studies adlı dergiyi 1964 yılında yayıma hazırlar. 1960'lı ve 1970'li yıllarda yapısalcı bir duruş sergileyen bu akademisyenlerin Rus Biçimciliğine olan eğilimleri 1980'li yıllarda yerini post-yapısalcı bir yaklaşıma bırakır.
Avrupa içlerinden Amerika ve Rusya'ya oradansa tüm dünyaya yayılan göstergebilimin araştırma evreninin, bir süre sonra olması gerektiği gibi diğer dünya dillerini kapsar hale gelmesi, kimi araştırmacıların göstergebilim ve çeviri bilim arasındaki ilişkiyi çalışmalarının odağına almalarına sebep olur. Bir süreç olarak çeviri eyleminin ve çevirmenin ele aldıkları kaynak esere, yalnızca dilin işaret sistemleri üzerinden değil her türden sosyal gösterge aktarımı üzerinden yaklaşma mecburiyeti; kaynaktan aktarılan ussal örüntünün mümkün olan en doğru ve anlamlı biçimde yeniden yazılabilmesine imkân sağlar. Söz konusu yeniden yazımla kaynağın, tercümanın, okuyucunun ve araştırmacının yaratma zamanını sıfırlayan göstergebilim; yıkarken yapmaya, sıfırken çokluğa, kendiyken öteki olabilmeye ve tüm bu kaostan yeni evrenler yaratmaya muktedir, çığlığa yakın bir fısıltı olarak varlığını şu şekilde sürdürür: