"Savaş boyunca tüm taraflar anlamı dilden koparılmış konuşmalar yaptı durdu. Değişik dillerde, 'Savaş hiç bitmedi, bir daha da anlamlı konuşmalar dinleyemeyeceğiz,' diyen kişi milyonlarca yıl önce intihar etmişti. Bunu anlatan resimli çerçeveler eskidikçe yenilendi ve kapıların girişindeki karınca duasının yanı başına asıldı."
Ahmet Balad Coşkun'un yeni romanı Gülüşün Çürümüş Menteşesi, savaşı ve göçü anlatıyor. Suriyeli, Ukraynalı, Afganistanlı mültecilerin İstanbul'da, Silopi'de, kilisede, sığınmacı kamplarında yolları, hikâyeleri kesişiyor. Roman karakteri, rüyaları büyüsün diye gözlükle uyurken, okur, düşle gerçek arası bir anlatıyla karşılaşıyor. Büyülü gerçekçiliğe yakın bir atmosferle işliyor olayları yazar, savaşı rüyaya buluyor. Savaşla savrulan, göçe zorlanan hayatları puslu bir bakışla okuyoruz.
Gülüşün Çürümüş Menteşesi gazetede okuduğu haberi zihninden atamayan karakterin rüyası bir bakıma. Gördüğü, yaşadığı her şeyi tüm detaylarıyla anlatan hikâye anlatıcıları çıkıyor karşımıza yer yer. Bu anlatıcılar dinleyeniyle yer değiştiriyor sonra. Anlatıcılar arttıkça kurgu çok boyutlu bir bakışa eviriliyor. Bazen de anlatı rüya görenin sayıklamasına, şiirsel monologa dönüşüyor. Dil, anlamını yok edene dek trajedisinin yörüngesine yazgılı, dedirtiyor yazar anlatıcılarından birine. Savaşı anlama ve anlatma çabası da bu yazgının sonucu olarak romana biçim veriyor.
Savaşın ve göçün yorduğu yaşamda pek çok karakter birbirini andırıyor. Savaşın orada ya da burada olması fark etmiyor. Romanın okuru, gölgelerin işlediği zifiri cinayetlerin tanığı oluyor.
Gülüşün Çürümüş Menteşesi, savaşa çok yakından ve farklı açılardan bakan, altmetinde barışı bekleyen bir roman.
"Anlam, kendini terk eden dilin peşini, barışta bırakır."