Masanın karşısından "Baba," diye cırtlak bir ses geldi, "Ben bir prenses miyim?"
"Hayır," dedi Winn. "Sen çok tatlı bir kızsın."
"Bir gün prenses olacak mıyım?"
Winn gazetenin tepesini kıvırdı ve üzerinden baktı. "Bu kiminle evleneceğine bağlı."
"Bu ne demek?"
"Yani, bir kadının prenses olabilmesinin iki yolu vardır: Ya prenses doğar ya da bir prensle ya da sanırım grandükle evlenir, gerçi böyle bir şey hâlâ var mı bilmiyorum. Bak, Daphne, eskiden prensesleri olan pek çok ülkede artık onlar yok çünkü bu ülkeler monarşilerini kaldırdı ve monarşi olmadan aristokrasinin anlamı yoktur. Avusturya, sözgelimi, bütün bunlardan Birinci Dünya Savaşı'nın ardından kurtuldu. Bu tür kalıtsal sistemler adil değildir, alt sınıflar arasındaki öfkeyi körükler. Anladın mı? Her neyse, uzun lafın kısası, bir prenses olarak doğmadığına göre bir prensle evlenmen gerekir ama ortalıkta onlardan çok fazla yok."
2012 Dylan Thomas ödülünün sahibi Maggie Shipstead, Hafif Yaralar'da bir baba kız ilişkisini, üç günlük bir düğün sürecinde resmediyor. Kızlarıyla empati yapmak yerine kendi doğrularını onlara dayatan bir baba, iki kızı ve nedimeler…
Farklı kişilerin penceresinden aynı manzaraya bakma lezzetini giderek artan bir ritimle okuyucuya sunan Hafif Yaralar, Waskeke adasından eşsiz bir okuma deneyimi sunuyor.